Geçmişten günümüze bir oranlama yapıldığında kadınların iş hayatına katılımı oldukça artmıştır diyebiliriz ama etkin pozisyonlarda çalışmaları açısından bakıldığında bu oran oldukça düşüktür. Bu durum çalışma hayatında, genel çerçevede, maalesef herkes açısından büyük bir sorun teşkil etmemektedir fakat toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından göz ardı edilemeyecek bir problem olduğu da bir gerçektir.

Günümüzde kadınların iş hayatında kabul görmeleri ancak 2000’li yılların başından itibaren artmaya başlamıştır. Bunun başlıca sebebi, özellikle Türk toplumunda, ciddi bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bulunmasıdır. Kadın ve erkeğe belirli faktörler çerçevesinde çizilen sınırlar ile kadınların gelişimi uzun süreler boyunca Türk toplumunda engellenmiştir. Bu engelleniş gerek halk arasında gerek devlet eliyle yapılmıştır ve yapılmaya da devam edilmektedir. Bahsedilen faktörler çerçevesinde özellikle toplumsal bakış açısında, kadının biyolojik yapısından kaynaklandığı düşünülerek ona biçilen roller bulunmaktadır. Bu duruma toplumsal cinsiyet rolleri adı verilmektedir. Bu roller bazı ailelerin kız çocuklarını okula göndermemesine, kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesine, bir kadının eşinden dayak yemesinin meşru görülmesine neden olmaktadır.  Hiçbir din, hiçbir ideoloji kadınlara bu şekilde roller biçmemiştir; bu, yozlaşan toplumların üstün ataerkil zihniyetinde oluşturduğu rollerdir. Bunun devlet boyutunda şekil kazandığını kanunların birçok maddesinde görebiliriz ama şimdi özel olarak 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren 743 sayılı Medeni Kanun’un 159. Maddesi üzerinden inceleyelim. Söz konusu 159. maddede şöyle bir ifade bulunur: “Karı koca mallarını idare için hangi usulü kabul etmiş olursa olsun karı, kocanın sarahaten veya zımnen müsaadesi ile bir iş veya sanat ile iştigal edebilir.” Bu maddeye göre basit bir çözümleme yaparsak, kadınlar eşlerinden izin belgesi almadığı sürece çalışamazlar; kadın, isterse devlet başkanı olmak için bir adım atsın, hatta seçilsin, kocasından izin belgesi almadığı sürece görevini yapamaz.

Bu örnekten yola çıkarak bir analiz yaptığımızda görüyoruz ki o dönemlerde kadın, özgür bir birey olarak düşünülmemiştir. Kadınlar, ikinci sınıf vatandaş olarak tanımlanmış ve hayatları buna göre düzenlenmiştir. Madde ancak 29 Kasım 1990 tarihinde, bir kadının, açtığı boşanma davasına sinirlenen kocasının çalışma iznini iptal etmesi sonucunda, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurması ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Kadının yalnızca erkeklere hizmet için yaratılmış varlıklar olduğu söylemi üzerinden yapılan uygulamalar Avrupa’da da daha önceki yıllarda karşımıza çıkmaktadır: “Kadın, kendini yalnızca evlendiği zaman tamamlar. Kadın, aşağı bir varlıktır ve fizik, edebiyat vs. alanların hiçbirinde başarılı olamaz. Bisiklet kullanamaz, bisiklet gibi araçlar kullanmak zarafetlerine zarar verir (!), en büyük amacı güzel görünmek ve en iyi talibi yakalamaktır.”

Bu ve bunun gibi söylemler bizim toplumumuzda da yaygın olarak görülmektedir fakat burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bizim 21. yüzyılda hâlâ bu düşünceleri taşıyor olmamızdır. 159. Madde örneğinde de gördüğümüz üzere bu maddenin toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırılığını fark etmemiz ancak bir kadının cesareti sonrasında olmuştur. Bunun öncesinde kanun koyucular tarafından kadınların bu konumda olması çok da dikkate değer görülmemiştir.

Bu maddenin kaldırılmasından sonra ülkemizde teorik olarak kadınların iş hayatında yer edinebilmesi için büyük bir engel ortadan kaybolmuş gibi görülmektedir. Ama tek bir maddenin bir günde kaldırılması gibi toplumun zihniyetini bir günde değiştiremezsiniz. İşte tam bu noktada ‘cam tavan sorunu’ olarak adlandırdığımız kavram ile karşılaşıyoruz.

Kadınlar, zaman içerisinde çeşitli alanlarda iş hayatına giriş yapmışlardır. Onları siyasette, okullarda, laboratuvarlarda, futbol sahasında vs. görebilmekteyiz ama bu alanlarda bulunan erkeklerle kıyaslandığında kadınların varlığı çok ufak bir rakama tekabül etmektedir. Bunun da ötesinde, yöneticilik pozisyonlarında kadınlar yok denecek kadar azdır.

Cam tavan sendromu olarak da adlandırılan ve kadınların üst düzey örgütsel kademelere gelmesinin önündeki yapay engeller olarak dile getirilen kavram, ilk defa başta Amerika olmak üzere batı dünyasında 1970’li yılardan sonra kullanılmaya başlanmıştır. Cam tavan, çalışma yaşamında kadınlar ile üst yönetim arasında bulunduğu varsayılan, kadınların başarıları ve kişisel özelliklerine bakılmaksızın ilerlemelerini engelleyen, görülmesi ve anlaşılması zor olan, resmi olmayan terfi sınırlamaları olarak da ifade edilebilmektedir.[1] Günümüzde kadınların yükselmesi için önlerinde kanunlarca belirlenmiş herhangi bir engel yoktur fakat görünmez engeller oluşturulmaktadır.

Bu engelleri oluşturan toplumsal faktörler literatürde ‘Ayrımcılık’ ve ‘Basmakalıp Yargılar’ olarak sınıflandırılmaktadır. Ayrımcılık, toplumda mesleklerin cinsiyetlere ayrıştırılmasıdır. Mühendislik, yöneticilik, genel müdürlük gibi işler erkek işleri olarak sınıflandırılırken; hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik gibi işler kadınlar için uygun işler olarak kabul edilmektedir. Basmakalıp yargılar ise kadınların bağımlı, duygusal ve öznel davrandıkları ve rekabet, hırs, liderlik, risk alma yeteneği gibi özellikler açısından ‘yetersiz’ oldukları şeklindeki algılamalardır.

Bu engellemelere bir örnek verecek olursak; kadının biyolojik rolü olarak gördüğümüz çocuk bakıcılığı aslında bir toplumsal cinsiyet rolüdür. Erkekler de çocuk bakabilme yeteneğine sahiptirler ama toplumlarda bu rol yalnızca kadına yüklenmektedir. Bu nedenle de iş alanlarında ciddi bir eşitsizlik ortaya çıkmaktadır. Çoğu karar vericiler bu nedenden dolayı kadınların yükselme basamaklarına engel koymaktadırlar.

Gelişmekte olan dünyaya ayak uydurmak istiyorsak en başta kadınlar ile erkeklerin toplumsal olarak eşit konuma getirilmesi gerekmektedir. Elbette biyolojik farklılıklardan doğan farklılıklar olacaktır ama bu bizim oluşturduğumuz farklılıklar kadar kötü değildir. Kadınlar daha duygusal değildir, bir kadından daha duygusal erkek vardır. Bu tip özellikler kadına ya da erkeğe yüklenecek özellikler değildir. Bunlar insani özelliklerdir. Her bireyde az ya da çok bulunmaktadır. Vazifemiz şu ya da bu farklılıkları bir kenara koyup sahip olduğumuz özelliklerle kendimizi gerçekleştirmek ve topluma hizmet etmektir. İçinde var olduğumuz sistem ancak bu şekilde bir gelişme gösterebilir.


[1] Öznur Azizoğlu, Kubilay Özyer, İş Hayatında Kadınların Önündeki Cam Tavan Engelleri ile Algılanan Örgütsel Adalet Arasındaki İlişki, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 10, Yıl 10, Sayı 1, 2014

Rümeysa Yağmur SAÇAN

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir