Pınar Gültekin, Nadira Kadivora, Fatma Makas, Gülistan Doku, Emine Bulut, Şule Çet, Özgecan Aslan… Bu isimleri herkes gibi siz de duymuşsunuzdur. Maalesef başarıları, yetenekleri ile değil ölümleriyle tanıdığımız pek çok kadından sadece birkaç tanesi. Peki ya bütün bu kadınların şu an mutlu bir şekilde hayatlarına devam etmesi mümkün müydü, hiç düşündünüz mü? Yahut böyle bir durum nasıl mümkün olurdu? Cezalar caydırıcı olsa, adını özellikle son dönemde çokça duyduğumuz İstanbul Sözleşmesi ülkemizde gerçekten uygulansa nasıl olurdu? Kadın düşmanı yobazların şiddetle karşı çıktığı İstanbul Sözleşmesi’ni bir de bir kadından dinleyin, diyerek âcizane anlatmaya çalışmakla yükümlü olduğumu hissediyorum. En azından yazının başında adını geçirdiğim kadınların anısına… 

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 121. toplanlantısında, İstanbul’da imzaya açılan sözleşme, ilk imzalayan Türkiye olmak üzere, 2011’de imzalandı. 1 Ağustos 2014’te de ülkemizde yürürlüğe girdi. Kadına şiddet olgusunu bir “insan hakları ihlali” olarak beyan eden, uluslararası kapsamda bağlayıcı olan ilk sözleşme olarak da tarihe geçti. Dört temel ilke üzerine kurulu olduğunu söyleyebileceğimiz İstanbul Sözleşmesi; kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, şiddet mağduru kadınların koruma altına alınması, suçluların cezalandırılması ve kadına yönelik şiddetle mücadele içeren politikaların hızla hayata geçirilmesi gibi şiddet mağduru kadınları koruyan maddeleri kapsar. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre Türkiye’de kadın cinayetlerinin en az olduğu yıl 121 cinayetle sözleşmenin imzalandığı 2011 yılı olmakla beraber, bu yıldan sonra da maalesef durmamış bilakis artarak devam etmiş ve 2010-2019 yılları arasında toplamda 2296 kadın, cinayete kurban gitmiştir…Kadına yönelik cinayet, cinsel istismar, şiddet gibi fizikî kötülüklerin yanı sıra psikolojik ve ekonomik şiddeti de kapsayan İstanbul Sözleşmesi, bu bakımdan oldukça önemli bir durumda. Kadınların, erkeklere nazaran aile içinde ve dışında çok daha fazla şiddete maruz kaldığını ifade eden sözleşme, doğal olarak kadınlar için daha fazla kaynak aktarılması gerektiği ve bunun erkeklere yönelik ayrımcılık olmayacağı hususunda da son derece haklıdır. Bununla beraber İstanbul Sözleşmesi yalnızca kadınları değil aile içi tüm üyeleri ve özellikle çocukları da kapsamaktadır. Kur’an kursunda istismara uğrayan çocuklar için “Bir kereden bir şey olmaz.” denmesini de engelleyecek niteliktedir. İstanbul Sözleşmesi, “Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak.”, “Kadın ve erkek eşit değildir, tavuğa horozluk yaptıramazsın.”,”Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Fıtrata terstir.”, “O saatte orada ne işi varmış?” benzeri söylemler sarf edilemesin diye imzalanmışsa da maalesef irtica ve yobazlık nedeniyle uygulanamamaktadır ve bu durum her yıl yüzlerce kadın ve çocuğun canına kast etmektedir…

Canice katledilmiş bütün kadın ve çocuklarımız hiç değilse rahat uyusun diye bir kez daha bağırmalıyız: İstanbul Sözleşmesi yaşatır! Ölümüyle bile dünyayı sallayabilecek güçte kadınlarımızın anısına…

Gülçin Kermen

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir