Felsefeye dair söz söylemek icap ettiğinde, nereden ve nasıl başlamamız gerektiği konusunda zihnimizin derinliklerinde dolaşan, bir türlü kelimelere gelmeyen düşünceleri gün yüzüne çıkarmak için amansız bir çaba bizi beklemektedir. İnsanımız, ön yargı taşlarıyla örülmüş dipsiz kuyuya atılan felsefe hakkında bir şey duyduğunda intizamsızca taarruza kalkar. Normaldir; çünkü felsefeye dair bu ön yargının, anlamsızca dışlamanın sebebi memleketimizde onun tam olarak ne olduğunun bilinmemesinden kaynaklanır. Herkesin hakkında konuştuğu, tarif ettiği, tanımını yaptığı felsefe; genel çoğunluk tarafından korkulan, uzak durulan bir alan olarak karşımızda bütün gizemini korumaktadır.


Bizim gayretimiz öyle bir şey olmalı ki herkesçe kabul görsün ama herkeste farklı intiba bırakabilsin. Bir tarafıyla felsefenin ne olduğunu ortaya koyarken, diğer tarafıyla onu tamamlayacak olan yegâne unsur; muhatabı olan ferdin anlam dünyası olmalıdır. O halde yapacağımız ilk eylem; tanımdan ve tariften vazgeçmek, onun yerine felsefenin ne olduğunu ortaya koyabilmek olmalıdır. Tarihin penceresinden insanlığın izlerine baktığımızda felsefeyi gördüğümüz yer neresidir? Genel kabule göre Antik Yunan’dır. Hatta “Antik Yunan mucizesidir.” Fakat bu da bir tanım özelliği gösterir ve kabul edilebilirlik bakımından eksiklik taşır. Zira tanım, bir sınır çizmektir ve felsefeyi Antik Yunan coğrafyasına sıkıştırmaktan başka bir şey değildir. Bu, Yunan felsefesinin tanımıdır; felsefenin değil. Şüphesiz teorik felsefede ve yazılı kaynaklarda çok fazla eser ortaya koymuşlardır. Kavramsal açıdan baktığımızda “felsefe” Antik Yunan metinlerinde karşımıza çıkar. ‘Philo-sophia, sevgi-bilgi’ kelimelerinde türetilmiştir. Sophia kelimesinin kökü soph’tur ve İbranicedir. Yani bilgi, bilgelik manasına gelen bu sözün ana vatanı bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyadır.


Hikmet sevgisinin Hermes ile başladığı Yunan Mitolojisi’nde görülür ve Hermes; Zeus’un oğlu, habercisidir. ‘Hermes’ Süryanicede ‘âlim’ anlamına gelir. Mısırlıların Thoth’u, Yahudilerin Uhnuh’u, eski İranlıların Hûşeng’i, zaman zaman da Müslümanların İdris’i ile bir olmuştur. Hermes’in en önemli özelliği Tanrı bilgisine (yani hikmete) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğudur. Bilgi; bilgelik, âlimlik ve ilme dair düşünceler, eğilimler, kadim medeniyetlerin kendine has tutumları doğrultusunda farklı kavramlar etrafında şekillenmiş olsa da birbirleri ile olan etkileşimleri hikmet sevgisinin, yani felsefenin bütün insanlığın ortak malı olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Kavramsal olarak hikmet sevgisi olan felsefe; pratikte ise insanın anlama, anlamlandırma faaliyetidir ve bir bakıma düşünmek de anlamlarla olan faaliyettir. Herhangi bir nesneyi ya da varlığı, kavrama dökmeden, isimlendirmeden onun hakkında bilgi elde edebilmek, sıfatlarını ortaya koyabilmek mümkün değildir. İnsana dair düşüncelerimiz, hatta insan kavramının muhtevası dahi iyi bir düşünme ve anlamlandırma faaliyeti arz etmektedir. Tüm bu süreç içerisinde gerek eşyayı, gerek insanı, evreni, âlemi, kozmosu, logosu ve daha birçok kavramı incelemek, anlamlandırmak ve hatta kritiğini yapabilmek felsefenin ne olduğunun cevabıdır. O halde felsefe; en genel anlamıyla düşünme sanatıdır.

Peki düşünme sanatı olarak nitelendirdiğimiz felsefe nerede başlar, insan için nasıl bir kıymeti vardır? Cumhuriyet Dönemi pozitivist aydınlarında, batılı kaynakların birçoğunda, hatta birtakım felsefi ekollerin eleştirilemeyen görüşlerine ve günümüzde bazı lise felsefe ders kitaplarına göre felsefe; Antik Yunan filozofu Thales ile başlamaktadır. O halde Thales ile başlıyor ise “Thales’ten önce insanoğlu ne bir kavramsallaştırma yaptı, ne eşyayı ne de kendini anlamlandırabildi” dememiz gerekir. O nedenle felsefe Thales ile değil, ilk insan ile başlar. İlk insan; ne zaman düşünmeye, kavramları ve isimleri öğrenmeye başladı ise felsefe de orada doğmuştur. İnsan için kıymetine baktığımızda ise felsefe; düşünen, hisseden insanın evren karşısında alacağı tutumu belirlemekte kişiye yol gösteren bir etkinliktir. Bu etkinliğin öznesi insandır. Evrende insanı herhangi bir varlık olmaktan çıkarıp, özne-varlık olmaya yükselten eylem; hayatın sorgulanması, yani bir anlamıyla felsefedir. Bu bağlamda felsefe ile tanışmak, felsefi bir kaygı ile düşünmek, davranmak ve yaşamak, insanoğlunu gündelik bir varlık olmaktan çıkarır. Çünkü gündelik varlık, gündelik bir hayat yaşar. Oysa felsefi olarak sorgulanmış ve temellendirilmiş bir hayat, gündelik bir hayat olamaz. Felsefenin olmazsa olmaz şartı, insanın özne olabilmesi veya özne olabileceğini fark edebilir olmasıdır. Bütün insanlığın zihni düşünmeye uygun yapıdadır. Fakat felsefe dediğimiz bilgi üzerine bilgi veya düşünme sanatı, ancak özne-varlık olan insanın ortaya koyabileceği zihinsel bir eylemdir.

Özne olmuş bir varlık, var olmak bakımından kendisidir; onun varlığının şartı dışarıdan giydiği, sahip olduğu, satın aldığı herhangi bir nesne değildir. İnsan, bütün bu problemlere felsefi pencereden baktığında hayat sorgulanma evresine doğru itilmeye başlar. Artık felsefe; rasyonelliğin yanında irrasyonaliteyi de barındırmalıdır. Gündelik hayatın dışında, bütün benliği ile insanın; kendi içerisinde kendisini bulma diyeceğimiz, sürekli bir oluş halini ifade eden, döngüsel yolculuğun başlaması da böylece peyda olacaktır. Kendini bulabilmeye aday olmak, hürriyetimizin anahtarını elimizde bulundurabilmenin de imkanını doğuracaktır. Hür iradesiyle yaşayamayan insan, bu dünyada vakit geçiren, eğlenen, oyalanandır. Artık yaşamaya ve yaşatmaya talip olma vaktidir. Artık vakit; insan olabilmenin, insan kalabilmenin vaktidir.

Felsefe ile kalın…

¹Kılıç M. Erol, Hermesler Hermesi, s.16

²Bayraktar Levent, Felsefe İle, s.4

KAYNAKÇA
BAYRAKTAR LEVENT, Felsefe İle, AKTİF DÜŞÜNCE YAYINLARI, ANKARA, 2013
KILIÇ, MAHMUT EROL, Hermesler Hermesi, SUFİ KİTAP YAYINLARI, 2017

Vedat METİN

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir