Mevsim soğuk, dalları budanmış bir kestanenin
Rüzgâr meltem yoksunluktan bîhaber yüzünde
Râyihâ dargın, titrek bir dost ağıdı mırıldanıyor
Dost bilmez, sesinden tanınmaz, sâhibi meçhul
Okunan her kasîdede telaşa kapılıp sen diyebilen
Örtün üzerini Râyihâ, avucum kınalı kızıl yaradan
Cam kırıkları batıyor tenine vebâli gölgeliklerden
Dokun pervâ ile, yabancı bir duyguyu duyar gibi
Vefâna minnet eyleyen kuşun kırılgan kanatları
Buz dağının zâhirinde kalan bir dal papatya gibi
Yaprakları dökülmeye hasret her zayıf esintide
Gör ki yedi gök sayarım gözlerim âmâ olsa dahi
Yedi gök, yedi cennet, yedi kıta sayarım ellerinde
Duvarlar ücra, bir demet karanfil ve nane kokusu
Kehribar taneleri dökülüyor kaldırım kenarlarına
Ve tutulmuş aya karşı dilekler, bir elem uyanıyor
Uyanmak ki hangi kara boyalı çiçeğin kucağında
Saat sekize beş kala, rüya dalgınlarından yalnız
Vazgeçmiş kutup yıldızı, geç kalınmış bir sabah
Parıltısı mahmur, bulantılar karamsar ve sürekli
Birkaç damla sızıntıyla çizilen uzun yolun menzili
Ürkek adımlar atıyorum, sen kere sen yazılı izinde
Yürüyorum Râyihâ, ifritin iflah olmayan ateşinde
Zümrüt tüylü bir kuş duydum, ağ örülmüş sesine
Dimağına varıncaya dek gece dehlizini arzulayan
Kirpikleri düşüyor, ucundaki zarfların ağırlığından
Güz sürgünü yüzünde ve ıssız, boş tabutlar kadar
Bir mektup oku Râyihâ, mührü mimlenmiş olsun
Bir mektup oku ki saklansın dantel bakışlarında
Zerre adedince intizâr, sana ve esrârlı yazgına
Hilâl Sönmez
Editör: Elif Berra Kılıç
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir