Hakikatin peşinde koşanlar ve hayal kuranların, kurdukları hayaller uğruna mücadele verenlerin, kullanabileceği en etkili silaha ‘söz’ demişler.

Söz ve hitap beniâdem için kurulabilecek sosyal ilişkilerde temeldir – yapı taşıdır. Bu ilişkilerin doğuracağı sonuçların belirleniminde ise en müessir faktördür. Hitap edebilmek ise dokunabilmenin en işlevsel formudur. Hitap edebilmek ve kelam insan için o kadar önemli bir konumdadır ki tanrısallığın zihne işlenmesinde tevessül edilecek en mühim kelime, “kelime” olmuştur. “Başlangıçta kelam vardı ve kelam Tanrı’ydı, her şey onunla oldu ve hiçbir şey onsuz olmadı.” Tanrı’dan bir ruh olmak ise kelimetullah olmanın eş değeri idi .”Mesih, Meryem oğlu İsa sadece Allah’ın peygamberi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah’tan bir ruhtur.”

Nev-i beşerin beniâdem olarak kendini vasıflandıracağı uzun soluklu yürüyüşte en önemli yakıt kelimeydi. Nev-i beşer, kelimeleri ile bilinci karşılıklı etkileşim hâlinde tekamül ettirdi ve sonunda zekayı- aklı kendine nispet edeceği düzeye getirtti.

Hangi kelimenin tanrısallaşacağına ve insanın uzun soluklu sosyolojik evrimine yön vereceğine karar veremeyiz belki ancak kelimelerimizin soluğunu uzun tutmak için çabalayabiliriz. İnsanlığın kelimelerinin soluğunu uzun tutmak için giriştiği çabanın birçok yöntemi vardır. Fakat bu yöntemler arasında en etkili olanı -kaleme (erbab-ı kalemin) dizip yazdıklarına yemin olsun ki- sözün her daim ulaşılmasını en fazla mümkün kılacak araçla kayıt altına alınması yani yazılmasıdır.

Yazı, bilebildiğimiz kadarıyla ihtiyaç duyulan bilginin daha sonra ulaşılabilmesi amacıyla kaydedilmesi uğruna var edildi. Ancak ne ihtiyaç yalnızca o an gerekli veriler ile sınırlı tutulabilirdi ne ulaşılabilecek kitle ilelebet sınırlandırılabilirdi ne de kayıt altına alma ve mukayyet olma iştahı ile yanan insan bu nimetten âlâ nihaye mahrum bırakılabilirdi. Olması muhakkak olan oldu ve yazı, belirli bir gelişmişlik seviyesinin üzerinde herkese mal oldu. Söyleyecek sözü olanlar ve rahatsız olanlar içinse “elden düşmeyen bir silaha” dönüştü.

Yazmak düşünce mahsulü olacağı kadar düşündürmeye ve bir an için durdurmaya çabalamaktadır. Zaten insanı insan yapan da bir an durmak ve düşünmek, tahassüs kabiliyetini kamçılamak değil midir?

Çağdaş toplumda bir şeyleri söylemek umuma şamil bir hitapla mümkündür. “Çünkü çağdaş toplumda insan birbirinden kopuk parçalar gibidir. Bu nedenle de çok daha kolay etkilenebilir konumdadır. Dolayısıyla da kitle iletişim araçlarının etkisine karşı da çok daha korumasızdır.” Bin yılın biriktirdiği ve insan zihninin etrafına sarmaladığı zincirlerin, hakim paradigmaların kırılmasına ve sarsılmasına dair küçücük bir umudun vâr olabildiği zamanlarda, kalem erbabının kendi üzerine vazife bir meşguliyet olarak hitap etmeyi düşünmeyeceğini düşünmek abestir.

Modern Çağ’da ve bizleri Modern Çağ’a ulaştıran yakın geçmişte var olan hiçbir hayali, hiçbir düşünceyi iletişim araçları olmaksızın düşünmeyi; Jîn dergisi olmaksızın Kürtçülüğü; Sebilürreşat ve Büyük Doğu olmaksızın Türkiye İslamcılığını; Genç Kalemler, Türk Yurdu, Orkun, Töre dergileri olmaksızın Türkiye özelinde Türk milliyetçiliğini; Yön, Birikim, Yurt, Dünya ve Ayrıntı dergileri olmaksızın Türkiye solunu; Pravda gazetesi olmaksızın Sovyet sosyalizmini anlamak değerlendirmek mümkün müdür?

Bir mücadele soluğu olmaktan, bir anlığına durmaya davet etmeye kadar geniş bir spektrum barındıran kitle iletişim araçlarının Türkiye’de en fazla görüleni, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla bir mücadele soluğu olmaya çalışanlardır. Peki “Niçin mücadele?” sorusunun yanıtı nedir? “Mücadele, bir çaresizlik trajedisi bir tutsaklık ağıdı” değil midir aynı zamanda? Yurdun kaybedilmesi, milletin yok olması, treni kaçırma gibi bin bir buhranın verdiği alarmizmle annesine yardıma koşmaya çalışmıştır Türk aydını. Koşup kurtarmaya o bîbahtı, vazife bilmiştir Türk aydını. Çünkü annesi karşısında “göğüs bağır açık ölün yatıyor ve onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven”.

Fikir hayatımızın ve dergilerimizin en köklü sorunlarından biri ise gençlere karşı var olan tutum. On yıllar boyunca “uğul uğul konuşan yavşakların” yaşları nedeniyle el üstünde tutulması fakat “çalıyı dolaşmadan ite dalaşma” cesareti gösteren gençlerin ise tüm donanımlarına rağmen yazılarıyla boy gösterememesi ve çığlıklarını yutmaya zorlanmaları Türk düşün dünyasını ve üretkenliğini kısırlaştıran önemli sıkıntılardan birisi.

30eksi yayın hayatında birinci yılını dolduruyor. 30 yaşın altında olup da söyleyecek sözü olanlara, hitap edecek olanlara gönüllerince haykırma fırsatı veren, yalnızca kendisi olarak var olmaya çalışanların mahallelerde yer kapatma derdine girmeksizin kendisini ifade edebildiği, yazıların içeriği ve yayın kalitesi ile Türk düşün dünyasını zenginleştirmeye çalışan, eleştirel düşünebilen, sorgulayan Türk milliyetçisi gençlerin özgürce var olabildiği bir mecra.

Her sessizliğe çığlık olmak isteyenlerin kendini ifade edebildiği bir kitle iletişim aracı. 30eksi Türk düşün dünyasında, yıllanmış dergilerin bürokratik kasvetini ve yıllanmış aydınların mahalle despotizmini hissetmek istemeden bir an için durmaya ve durdurmaya çalışanların sanatlarını özgürce ortaya koyabildiği, genç bir soluk ve her soluğun ömrünü uzatmaya çabalayan bir kitle iletişim aracı. Uzun ömürlü olması temennisiyle.

Yunusemre Işık

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir