BM Göç Ajansı (IOM), göçmeni; kişinin yasal statüsü ne olursa olsun, uluslararası bir sınırda veya bir devlet içinde kendi ikamet ettiği yerden uzakta hareket eden bir kişi veya hareket eden herhangi bir kişi olarak tanımlar.

2017’de dünya çapında 258 milyon olan göçmen sayısı, 2019 yılında 272 milyona ulaştı. Kadın göçmenler bu uluslararası göçmen stokunun yüzde 48’ini oluşturuyor. Tahmini olarak 38 milyon göçmen çocuk var. Dört uluslararası göçmenden üçü 20 yaş ile 64 yaş arasında. 164 milyon ise göçmen işçi mevcut. Dünya çapında uluslararası göçmenlerin yaklaşık %31’i Asya’da,%30’u Avrupa’da,%26’sı Amerika’da,%10’u Afrika’da ve %3’ü Okyanusya’da yaşamaktadır.

Dünyadaki uluslararası çocuk göçmenlerin yaklaşık 13 milyonu Asya’da yaşıyor. Bu, aslında tüm göçmen çocukların yaklaşık yüzde 40’ını temsil ediyor ancak tüm çocukların yüzde 56’sı Asya’nın küresel çocuk nüfusu oranından çok daha düşük. Afrika’nın çocuk göçmen oranı ise küresel çocuk nüfusu içindeki paya en yakın (sırasıyla yüzde 20 ve 26). Afrika ile Asya her beş çocuk göçmenden üçüne ev sahipliği yapıyor.

Çocukların eğitsel durumları şüphesiz birçok faktörden etkilenmektedir. Bunlar doğal kaynaklı olmakla birlikte insan eliyle de gerçekleşmektedir. Dünya genelinde yaşanmış ve hâli hazırda yaşanan felaket olarak nitelendirilebilecek birçok olay, canlı ve cansız birçok unsuru etkilemektedir. Beşeri unsurlardan olan çocuklar ise söz konusu felaketler karşısında en korumasız grup. Çocuklar, yaşamlarını sürdürebilmek adına bulundukları bölgeden daha güvenli bölgelere göç etmek zorunda kalıyorlar. Böylelikle “göçmen çocuklar” kavramı ortaya çıkıyor. Sayıları milyonlarla ifade edilen bu çocuklar, güvenli bölgelere göçleri sırasında ve güvenli bölgede yeni bir yaşama başladıktan sonra da çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

​Göç öncesi başlayan sorunların başında yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmeleri gelmektedir. Göçmen çocukların barınma ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması kadar dünyadaki diğer yaşıtları gibi eğitim öğretim süreçlerine dahil olmaları da önemlidir. Okul çağında olan çocuklar, göç ettikleri yerde bu ihtiyaçlarına erişme konusunda çeşitli problemlerle karşılaşmaktadırlar. Göç edilen bölgenin altyapı imkanları çocukların eğitimi açısından yeterli olduğu takdirde çocuklar ilerleyen yaşamlarında göç ettikleri ülkeye katkılar sunabilmektedir. Altyapı yetersiz ise göç edilen bölgede yeni sorunlar doğabileceği gibi çocuklar eğitim faaliyetlerinden de yoksun kalarak suça itilecektir.

​Gelişmişlik seviyesi açısından refah düzeyi yüksek ülkeler göç bağlamında hedeflenen noktalar olmaktadırlar. Avrupa sınırları içerisinde; Almanya, Birleşik Krallık, Fransa göç eden insanlar için tercih rotasını oluştururken ABD, Kanada gibi refah düzeyi yüksek ülkeler de yüz binlerce göçmen ağırlamaktadır. Tabi ki bu ülkeler dünya üzerindeki tüm göçmenlere ev sahipliği yapmamaktadır. Yakın dönem tarihi ele alındığında Suriye İç Savaşı sonrası yaşanan göçlerde, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeler, sayıları milyonlarla tabir edilen göçmene ev sahipliği yapmaktadır.

​Göç sürecinde sağlık hizmetleri önem taşımaktadır zira yaşamsal faaliyetler ön plandadır. Sağlık bağlamında en dezavantajlı grup yine göç eden çocuklardır, bünyesel olarak zayıftırlar ve olası bir salgından da en fazla etkilenecek olan gruptur. Sağlık hizmetlerinde yaşanan koordinasyon sonrasında olumsuz koşulların ortadan kalkmasıyla eğitim alan göç etmiş çocuklar, ülkeleri ya da yaşamak istedikleri coğrafyanın olumsuzluklarına karşın psikolojik ve sosyolojik açıdan daha iyi analizler yapabileceklerdir.

Göçmen çocuklar için yeni bir ülkeye taşınmak heyecan, endişe ve pratik zorluklarla doludur. Çocukların bir kısmı ailesiyle göç ederken diğer bir kısmı ise ebeveynlerinden ayrı durumda göçe maruz kalıyor. Göç edilen bölgedeki tercih faktörleri değişkenlik gösterirken öncelikli faktörün güvenlik olduğu açıktır. Güvenlik faktörünün sağlanması sonrasında barınma ve gıda ihtiyaçlarının karşılanması önem arz etmektedir.

Göç eden bir çocuk, var olan değerlerinin yanında farklı bir kültür ve sosyolojik yapı ile karşı karşıya kaldığında kültürel bir şok, bir karmaşa yaşamaktadır. Söz konusu bu karmaşa çocuğun psikolojik bir buhran geçirmesine de neden olabilir. Göçmen çocuk kendi kültürel değerlerinden kopmalar yaşar, asimile olur ya da kültürleşme sürecine olanak tanır. Öte yandan göç edilen ülke şartlarında yaşama dahil olur.

Göç edilen ülke Almanya ya da Birleşik Krallık gibi refah düzeyi yüksek bir ülke, göç eden çocuklara kendi dillerinde de eğitim olanağı tanırken Pakistan gibi yoğun göç alan ve gelişmişlik düzeyi açısından daha sorunlu ülkeler, bu çocukların eğitim ihtiyaçlarına cevap vermeyebilir. Göçe uğramış olan kimseler, özellikle de çocuklar Birleşmiş Milletler yardımları alabilirler. Bu yardımın içerisinde gıda, güvenlik gibi yardımlar sayesinde de göçe dair olumsuz etkiler bir nebze olsun kırılabilir. Çocuklar için çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan yardımlar da belirli bir düzeyde kalmaktadır. Ancak çocukların yarınlarına uzanan elleri olan “eğitim” adına yapılan faaliyetler oldukça sınırlı kalmaktadır. Çünkü yapılan yardımlar daha çok yaşamsal faaliyetlere cevap vermekte, eğitim ise bu durumda göz ardı edilmektedir. 

​Göçmen çocukların eğitim faaliyetlerini gerçekleştiren ülkeler özellikle çocuklara gelecek vaat etmektedirler. Ancak her ülkede eşit şartlara sahip olmayan göçmen çocukların, başta eğitim olmak üzere her alanda eşit standartlara ulaşmaları gerekmektedir. Bu konuda geniş çaplı organizasyon yeteneğine sahip olan Birleşmiş Milletler (BM), siyasi sebeplerden ötürü fazla bir faaliyet göstermemektedir. Ayrıca uluslararası bir vizyona sahip olan BM’nin bölgesel sorunlara da yeterince müdahil olmadığı açıktır. Zira dünya siyasetinde söz sahibi olan ülkeler BM’yi ve onun yapıcı politikalarını etkisiz kılmaktadır. Ayrıca global sermaye piyasası da söz konusu göç sorunlarının çözüme ulaşmasını, bu sorunları yaşayan bir yapıda olduğu ve BM’nin bazı projelerinde aktif bir rol üstlenmeleri sebebiyle engellemektedirler.

​BM Genel Sekteri, savaşlar sonrası yaşanan göç sorunları karşısında genellikle çözümsüzlükleri ile tarihe geçmişlerdir. Bu tavrı takınmalarında elbette yukarıda sayılan sebepler ve daha fazlası etken olmaktadır. Göç ile ortaya çıkan sosyolojik ve psikolojik sorunlar hükûmetlerce de siyasi manevra olarak kullanılmakta, göç bir baskı unsuru hâline dönüşmektedir. Öte yandan göçe karşı çok sert tavır alan bazı ülkeler de göçün olumsuz etkilerini daha da arttırmaktadır. Göçe neden olan siyasi politikalar yürüten ülkeler de göçün olumsuz sonuçlarına karşın diğer ülkeleri suçlayarak günah çıkarmaktadırlar. Göç üzerinden politika yürüten ülkeler ise göç eden insanların özellikle de çocukların yaşayacağı sorunlar karşısında herhangi bir tavır takınmamaktadırlar.

​Göç edilen ülkede kendi ülkelerinden farklı bir dilin ve kültürün oluşu göç eden insanları olumsuz etkilemektedir. Söz konusu olumsuz etkiyi en fazla hisseden çocuklar ise göçün olumsuz şartlarına karşı en savunmasız ve en çaresiz gruptur. Göç ettikleri yerlerde ihtiyaçlarının karşılanması da o ülkenin politikalarına bağlıdır. Göç edilen ülke, birçok AB ülkesi gibi farklı kültürlere karşı kapalı ve korumacı bir tavır takınıyorsa bu, göçün olumsuz etkilerini körüklerken Türkiye ve Pakistan gibi göçmenlere karşı daha ılımlı politikalar ile yaklaşan ülkeler ise onların ihtiyaçlarını karşılama konusunda daha istekli olmaktadırlar.

​Göç edenler, göç ettikleri yerde barınma ve gıda ihtiyaçlarının karşılanması sonrasında eğer imkanlar da yeterli olursa eğitim haklarına ulaşabiliyorlar. Özellikle barınma, sağlık gibi çıkış ülkesinin kendisine sunamadığı, varış ülkesinde de sağlanmayan koşullar neticesinde, göç eden insanların kendi içine kapandıkları, bu psikoloji içerisinde de sorunlarını dile getirirken sahip oldukları ve kendilerinden sökülüp alınamayacağını düşündükleri değerlere daha fazla sarılma eğiliminde oldukları görülmektedir. Bu değerler; kendi etnik kimlikleri, dinî değerleri, kültürleri veya gelenekleri olabilir. Bulundukları yerlerin kültürel özelliklerini görmezden gelip kendi kültürlerine bağlı yaşamaya devam etmeleri durumunda yaşadıkları yere uyum sağlamaları zorlaşır.

​Göç alan ülkelerin göçe dair bir yasal zemin oluşturmaları da gerekmektedir. Eğer yasal önlemler alınmazsa daha büyük sorunlar söz konusu olacaktır.  Söz konusu yasal düzenlemeler hükûmetlerce yapılacak olsa da göçmenlerin uyumu konusunda yerel yönetimlere büyük görevler düşmektedir. Yasal zeminde bu roller çok göz önünde tutulmamıştır. Yerelleşmenin temel ilkelerinden biri de soruna en yakın olanın sorunun çözümü noktasında en etkin olacağının düşünülmesidir. Yabancıların gittikleri yerlere getirdikleri fayda ya da sorunlar, bu durumdan ilk etkilenecek olan yerel yönetimlerin alanına girmektedir. Dolayısıyla bu konuda geliştirilecek politikalarla yerel yönetimlere yetki alanı oluşturulmalı ve hatta bu politikalar belirlenirken yerelin karar alma sürecine katılımı sağlanmalıdır.

​Göç edilen bölgenin yerleşimcisi olan halk ile göç eden insanlar arasında uyum çalışmaları yapılması oldukça önemlidir. Yetişkinlerin alacağı her tavır hiç şüphesiz çocukların birbirlerine tavırlarını etkileyecektir. Eğer uyum sağlanırsa eğitim açısından akran eğitimi daha etkili olacaktır. Böylelikle eğitim süreci daha kolaylaşacak ve çocuklar arasındaki uyum birçok sorunun ortadan kalkmasında rol oynayacaktır.

​Göç sonrası eğitim sadece çocuklarla sınırlı kalmamalı, her yaş grubunu kapsayacak kadar genişletilmeli ve mesleki eğitimlerle de güçlendirilmelidir. Çocuklar ise okul öncesi eğitimle birlikte eğitim sürecine dahil olmalıdır. Böylelikle eğitim bağıyla yaşama daha sıkı tutunurlar. Göçmen çocukların eğitim almaları sadece kendi menfaatlerine fayda etmez, daha barışçıl bir dünyaya inanan nesil ortaya çıkar. Bu da gelecekteki dünya politikalarına yön verecektir. 

​Çocukların eğitim alması o ülkelerin vicdani sorumluluğuna terk edilmemiştir. Söz konusu ülkeler göç konusuna dair uluslararası anlaşmalara imza atmışlardır. Ancak bu imzalar hükûmetlerin tavırları sebebiyle uygulanamamaktadır. Anlaşmaların uygulanmaması konusunda hükûmetlerin istekli oluşu göç ve göçe bağlı sorunları ortaya çıkarmakta, bu sorunların çözümünde ciddi engeller oluşturmaktadır.

Göç sonrası yaşanan eğitim sorunlarına hükûmetlerin isteksiz davranması bazı STK ve uluslararası örgütlerle giderilmeye çalışılmakta ancak sistematik bir politika yoksunluğu nedeniyle bu yardımların etkisi oldukça sınırlı olmaktadır. Ayrıca hükûmetler böylesi yardım kuruluşlarına destek vermek yerine onların faaliyetlerini sınırlayıcı kararlar almaktadır. Bu tavırlara yönelik tepkiler ise sadece kınama boyutuyla sınırlı kalmaktadır.

Göç eden çocuklar eğitime dahil olmazlarsa çalışmaya mahkûm olmaktadırlar. Çocuk işçiliği, çocukların sağlığını olumsuz etkilemenin yanı sıra eğitime ve sosyal hayata katılımlarını da önemli ölçüde engellemektedir. Çocuk işçiliği bugün sadece yoksul kesimi tehdit eden bir sorun değil, göçmen çocukları içine alan bir girdap olarak da karşımızda ve göz önündedir. Çalışan çocuklar; kötü beslenme, çeşitli kazalar, şiddet eğilimi, sokak yaşamına veya suça karışmaya kadar uzanan çeşitli risklerle karşılaşabilmektedirler. Bu nedenle çalışan çocukların sosyal, kültürel ve sportif açıdan kendilerini geliştirmelerine fırsat vererek bu eşitsizliği giderecek düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. Bu sözleşmeye taraf devletler, Birleşmiş Milletler Antlaşmasında ilan edilen ilkeler uyarınca insanlık ailesinin tüm üyelerine, doğuştan varlıklarına özgü bulunan haysiyetle birlikte eşit ve devredilemez haklara sahip olmalarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu düşünmüşlerdir. Ayrıca bu ülkeler herkesin, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerinde yer alan hak ve özgürlüklerden ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuştan veya başka durumdan kaynaklanan ayırımlar dahil, hiçbir ayrım gözetmeksizin yararlanma hakkına sahip olduğunu benimsediklerini ilan etmişlerdir. Uluslararası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde Birleşmiş Milletlerin, çocukların özel ilgi ve yardım hakkı olduğunu ilan ettiğini anımsayarak toplumun temel birimi olan ailenin, kendisinden beklenen sorumlulukları tam olarak yerine getirebilmesi için gerekli koruma ve yardımı görmesinin zorunluluğuna inanmışlardır. Toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için çocuğa özel bir ilgi gösterme gerekliliği, 1924 tarihli Cenevre Çocuk Hakları Bildirisinde ve 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulunca kabul edilen Çocuk Hakları Bildirisinde belirtilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesinde (özellikle 23 ve 24’üncü maddelerinde) , Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesinde (özellikle 10’uncu maddesinde) ve Çocuk Hakları Bildirisinde belirtildiği gibi çocuğun gerek bedensel gerek zihinsel bakımdan tam erginliğe ulaşmamış olması nedeniyle doğum sonrasında olduğu kadar doğum öncesinde de uygun yasal korumayı içeren özel güvence ve koruma gereksiniminin bulunduğu ilkeler, taraf devletler tarafından kabul edilmiş ve bu sözleşmeler imzalanmıştır.

BM sözleşmelerine bu denli değinilmesinin sebebi; dünyada yer alan göç ve göç edenler arasında en dezavantajlı grup olan çocukların korunmasını sağlamak ve onların haklarını savunan perspektifi yansıtmaktır.

Çerçevesi belirlenen çocuk hakları içerisinde eğitimin yeri ve zorunluluğu hukuksal olarak da tanımlanmıştır. Öncelik uluslararası politikalarda yaşanan sorunların eğitimciler perspektifinde doğru okunmasıdır. Çünkü göçün yıkıcı etkilerini gözlemleyemeyen ya da göçe neden olacak olumsuz etkilere destek veren bir tutum içinde olan eğitimciler, göçün olumsuz etkilerini pekiştirmiş olacaktır. Buna neden olmamak adına dünya barışına inanan ve dünyada yaşanan gelişmeleri iyi analiz eden eğitimciler yetiştirilmelidir. Böylelikle göçe maruz kalan çocuklarda eğitsel açıdan yaşanan olumsuz etkilerin izi giderilebilecektir.

​Göç eden çocukların eğitimleri ile ilgilenecek olan eğitimcilerin ayrıca meslek içi eğitimlerle de desteklenmesi gereklidir. Bunun yanı sıra göçe maruz kalmış çocuklar için psikolojik danışman desteğinin ayrıca önemli olduğu bir gerçektir. Bu yüzden psikolojik danışmanlara önemli görevler düşmektedir.

​Meslek içi eğitimler öncesinde eğitimciler fakültelerinde göçe bağlı ortaya çıkacak sorunlara dair eğitimler almalı ve şartlar dahilinde uygulamalara katılmalıdırlar. Eğitimciler, drama etkinlikleri başta olmak üzere birçok etkinlik kapsamında göçe maruz kalan çocukların durumunu anlayabilir ve buna uygun eğitsel stratejiler geliştirebilir. Geliştirmiş olduğu eğitsel stratejilerin nihayetinde ise göçe maruz kalan çocuklara nitelikli bir gelecek sunabilir. Bunun yanında göç koşullarına maruz kalmış kimselerin öğretmen adayları ile görüştürülmesi de bu süreci olumlu yönde etkileyecektir.

​Göçe maruz kalmış çocuklar uluslararası hukuk çerçevesinde elde etmiş oldukları eğitim haklarına kısmen ulaşmakta ya da ulaşamamaktadır. Bunun için BM tarafından göç alan ülkelerin Milli Eğitim Bakanlıkları ile etkileşimler kurarak öğretmen eğitiminden sınıf ve koşulların iyileştirilmesinin yanı sıra gerekli projelerle de bu süreç desteklenmelidir.

Göç politikaları oluşturulurken her ne kadar devlet çıkarları önemli olsa da göç psikolojisinin ortaya çıkardığı sosyolojik ve psikolojik sorunlara yönelik çözümler ancak eğitimcilerin geri bildirimleri ile mümkün olacaktır.

Göçmen öğrenci ile öğretmen arasında iletişimin kurulması adına karşılıklı birbirlerinin dillerini öğrenmeleri oldukça olumlu katkılar sunacaktır. Yaşanacak olan bu kültürleşme gerçekleştirilecek projeler eşliğinde halka sunulabilir böylelikle halkın ilgisi çekilebilir. Göçmen öğrenciler ile yerli öğrencilerin sergileyeceği bir tiyatro gösterisi buna örnek olabilir.

​Göçmen çocuklarla kurulacak etkileşimler, göçmen yetişkinlerle yerel halk arasında kurulacak olan etkileşimleri geliştirir. Göçmen öğrenciler ile yerli öğrenciler arasında kurulacak ve demokratik unsurlara dayanan bir komün toplumun geneline yayılma imkanı bulacaktır. Göçe maruz kalmış çocuklara hakları kapsamında sunulacak olan eğitim faaliyetleri ışığında, yaşanan ve yaşanacak olan sorunların önüne geçilebilir.

​Göçten önce ya da göç sırasında ebeveynlerini kaybeden çocukların topluma entegrasyon politikaları çerçevesinde eğitim başta olmak üzere birçok imkan tanınarak yaşama dahil olmaları sağlanmalıdır.

Eğitim sürecine dahil edilen göçmen çocuklar göç ettikleri topraklardaki insanların kültürlerine katkı sunacaklardır.

​Göç ile karşılaşılan ya da karşılaşılması muhtemel olan sorunlar ancak toplumun paydaşlarının katkılarıyla çözüme kavuşacaktır. Nitekim eğitim faaliyetlerinin olumlu sonuçlarının olması bu sistemin içinde var olan unsurlarca giderilecektir. Sistem içerisinde göçü olumsuz etkileyen düşünceleri önlemek amacıyla psikolojik çalışmalar ve konu kapsamında seminerler verilmelidir. Seminerler göçmen karşıtlığı ve göçü besleyen unsurları gözler önüne sermeli, katılımcılar seminerlerin sonunda duygu ve düşüncelerini ifade etmelidirler.

​Göçe maruz kalan insanlar üzerinden elde edilecek veriler söz konusu ülkenin yöneticileri ile paylaşılmalı ve göçe uğramış insanlar için toplum çapında etkinlikler düzenlenerek söz konusu olumsuz etkiler maddi ve manevi açıdan giderilmeye çalışılmalıdır. Toplum ölçekli yapılan etkinlikler toplumdaki olumsuz bakış açısını kırmada etkili olmakla birlikte göçe dair geniş ölçekte bir etkiye neden olacaktır.

​Bu etkinlikler her ne kadar göçün olumsuz sorunlarını ortadan kaldırmak amacıyla yapılacak olursa olsun göç edilen ülkenin hükûmeti ve toplumu tarafından desteklenmelidir. İzlenecek eğitim politikaları sonrasında ancak göçe dair olumlu etkilerden söz etme imkanımız olacaktır. Bu politikalar hem halkın hem de göçe uğramış kesimin çıkarlarını göz etmelidir. Aksi takdirde izlenecek politikalar olumsuz sonuçlar doğuracaktır.

​Göçe maruz kalan çocuklar, göç edilen ülke dışında diğer ülkelerin de alacakları tavra göre barış dolu yarınları inşa edecek yegane unsurdur. Göç ile yaşanan sorunların en çok etkilenen kesimi olarak göçün olumsuz sonuçlarına karşın daha etkili önlemler alabileceklerdir. Göçe maruz kalan çocukların eğitim ihtiyaçları karşılanmaz ve olumsuz koşullara itilirse dünyada, bugün yaşanan sorunlardan daha kapsamlı sorunlar yaşanacaktır.

Mehmet Hakan Öztürk

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir