Örs üzerinde dans eden çekicin çıkardığı ritimli ses tüm sokağa yayılmıştı. Anlayana içli bir musiki mertebesindedir bu ses. Fakat cami imamının oğlu Davut’un dışında herkes için kuru bir gürültüden ibaretti. Öğle ezanı okunalı bir saati geçmişti. Mayıs ayının sıcağı tüm haşmetiyle kasabanın üzerindeyken bir de dükkandaki ocağın ateşi İshak Dede’yi hayli terletmişti. Boynundaki havlusuyla terini sildikten sonra dinlenmek için yerdeki tabureye oturmadan kıraathanenin çırağı Durmuş’a çay istemek için seslenecekti ki, dükkânın kapısından içeriye Davut girdi. İshak Dede’nin yorgun yüzü hemen tebessüm halini aldı. Kapıya yanaşarak tok sesiyle “Durmuş! Evlat, buraya bir çay, bir de oralet!” diye seslendi.

Davut, İshak Dede’nin dükkanının tek müdavimiydi. Her gün okuldan sonra yemeğini yer, nefesini dükkanda alırdı. Çünkü İshak Dede’ye ayrı bir muhabbet beslerdi.  Orada dinlediği hikâyeler, şiirler; aldığı öğütler o kadar hoşuna giderdi ki, eve varır varmaz babasına anlatıverirdi hemen. Babası da “Yahu bu demirci benden iyi yetiştirecek oğlumu…”diye söylenirdi her defasında.

Demirci İshak’a kasabadaki herkes mesafeliyken, Davut’un her gün dükkânda olması tuhafına giderdi insanların. Hatta çok defa imam efendiyi uyarmışlardır da, “Demircinin yanına gönderme şu çocuğu” diye. “Saçtan, sakaldan, bıyıktan herifin yüzü görünmüyor yahu! Bir de namaz kılıyor. Bıyıkları ağzına doluyor, insan bir makaslar. Öyle değil mi hocam?” diyerek hem şikâyet ediyorlar hem de eleştiriyorlardı Demirci İshak’ı. İmam da her seferinde gülerek, “Demirci iyi adamdır, uğraşmayın! Yıllardır bu kasabada yaşar, bir yanlışını gördünüz mü?” diye sorarak savunurdu adamcağızı.

Durmuş, dükkandan içeri girip masa niyetine kullanılan yağ tenekesinin üzerine çayı ve oraleti bırakırken “İshak Dede, ustam artık demirciden parayı peşin al dedi. Yanlış anlama, kıraathane benim olsaydı vallahi böyle bir şey yapmazdım.” diyerek mahcubiyetini belirtti. Demirci İshak, olgunluğunun hakkını vererek “Canını sıkma evlat.” dedi. Cebinden biraz fazlaca para çıkararak “Al bunları götür ustana, neyse borcumuz alsın.” dedi. Durmuş tekrar sıkılgan bir tavır ile “Dedem doğruluğunu, dürüstlüğünü şu kasabada bilmeyen yoktur. Hakkaniyetli adamsın. Ama ustam işte… Sadece ustam olsa iyi. Kimse hazzetmiyor senden. Biraz önce de seni çekiştiriyorlardı. Sonra ustam birden, çayların parasını da al gelirken. Gayrı demirciye veresiye çay yok dedi.” diyerek durumu izah etti. Demirci pamuktan farksız ak sakallarını sıvazladı, çaydan bir yudum aldı ve “Mühim değil evlat, ellerine sağlık bu arada, çay çok lezzetli olmuş. Sen çabuk kavradın bu işi. Herkes böyle çay demleyemez.” diyerek rahatlattı Durmuş’u. Durmuş da gülümseyerek “Afiyet olsun. Bitince seslen, yine getiririm ben. Ustam bekler, bağırmadan gideyim.” diyerek çıktı. Demircinin canı hayli sıkılmıştı ama belli etmiyordu. Hemen Davut’a dönerek “Hele yudumla Davut can oraletini, soğuyacak şimdi. Bir yandan da anlat bakalım, nasıl geçti bugün okul?” diye sordu. Davut, oraletten bir yudum aldı. Bardağı tabağa koydu. Düşünceli bir tavırla “Çarşıdaki bütün dükkânlarda çırak var. Senin çırağın yok. Okulu bırakayım, ben de sana çırak olayım. Ben de demirci olmak istiyorum dede.” dedi. Demirci İshak, gülerek Davut’un başını okşadı. Çay bardağını eline aldı, bardağı eliyle kavradı. Bardağın sıcaklığını avuç içinin tamamında hissetti. Çaydan bir yudum daha aldı. Davut’a “Bak evlat! Ben bu mesleğe on yaşında başladım. Şu gördüğün ateş, örs ve çekiçle elli yıllık dostluğum var. İlk ve tek ustam rahmetli babamdır. Pirim ise Davut peygamber. Evet, severim mesleğimi. Demirciliğin öyküsü, medeniyetin öyküsüdür adeta. Medeniyet, bir demirci ustasının elindeki çekiç darbeleri ile şekillendi dersek abartmış olmayız. Öte yandan Türk kültüründe de önemli bir yere sahiptir demircilik. Geçmişte demir dağı eritti bir usta ve kutlu milletin hürriyet destanı yazıldı. Nice usta ellerden çıkmış zağlı kılıçlarla nice topraklar fethedildi. Bilir misin? İlk demirci Hz. Davut’tur. Yüce Allah’ın hikmetiyle ilk zırhı yapıp giyendir O.”

Birden Demirci İshak’ın aklına ateş geldi. Körüğün başına gitti ve zincirini aşağı çekerek ateşi harladı. Ateşin sönmemesi gerekiyordu. Sabaha elindeki bel küreğini yetiştirmesi lazımdı. Tekrar Davut’un yanına geldi. “He ya Davut can. İsmini taşıdığın peygamber ilk demircidir. Oradaki inceliği fark ettin mi? Davut peygamber kılıç yahut başka bir silah yapmıyor. Savaş darbelerinden korunmak için zırh yapıyor. Nedir bu? Savaşın, kıyımın yanlışlığına işarettir. Şu gördüğün çatlamış, yarılmış eller de çok şükür şimdiye kadar mutfak bıçağı dahi yapmamıştır. Olur da bir cana kıyılmasına uzaktan da olsa sebep oluruz diye… Şimdi gelelim sana. Eğer içinde yaşadığımız asrın Davut’u olmak istiyorsan okula gideceksin. Derslerine iyi çalışacaksın. Bilgiye aşık olacaksın. Unutma evlat, artık insanlığı koruyacak zırhlar laboratuvarlarda bilimle yapılıyor. Senin yerin de köhnemiş demirci dükkânı değil, ilim kokan laboratuvarlar, kütüphanelerdir.” dedi. Davut gerçekten ikna olmuştu. Okumalıydı. Çok çalışmalıydı. Vakit ikindiye yaklaşıyordu. Davut, “Ben artık eve gideyim dedem, yarına ödevlerim var.” diyerek müsaade istedi. Demircinin yüzünde tebessüm belirdi. Alnından öptü Davut’u ve “Ha şöyle evlat. Sana yakışan da budur. Hadi bakalım selam söyle ailene. Söylediklerimi de sakın unutma.” dedi.

Demirci ocağın başına geçti hemen ve bel küreğini bitirmeye koyuldu. Bir yandan da “Belki de son işin olur bu koca İshak, ha gayret…” diyerek mırıldandı.

Sabah namazını kıldıktan sonra hiçbir şey atıştırmadan kasabanın en zengininin evinde aldı soluğunu. Namazlarını ya dükkânda ya da evde kılıyordu. Camiye cumadan cumaya gidiyor, bahçede hasır üstünde kılıyordu cumayı. Çünkü camiye girmesine dahi söyleniyordu kasabalı. Evini ve dükkânını satmak istediğini söyledi. Bir iki konuşmadan sonra değerlerinin biraz altında fiyata anlaştılar. Daha sonra Demirci camiye İmam efendinin yanına gitmek için ev ve dükkânın yeni sahibiyle helalleşip oradan ayrıldı. Tam caminin bahçe kapısına varmıştı ki Hoca ile karşılaştı. Selamlaşıp hâl hatır sorduktan sonra hocaya bir zarf verdi ve “Hocam bu zarfta bir mektup var. Bu mektubu Cuma vaazında cami cemaatine okumanı istiyorum. Çekinmeden okuyabilirsin, tehlikeli bir şey yazmıyor.” dedi. Demirci içleri para dolu iki ayrı zarf daha verdi hocaya ve ekledi “Bunlarla ilgili de mektupta yazdım açık bir şekilde. Davut’a çok selam söyle. Belki bir daha görüşemeyebiliriz. Hakkınızı helal edin.” İmam hemen lafa girerek “Okurum elbet İshak Efendi, beni sıkıntıya sokmayacağını bilirim ama hayrola?” dedi. Demirci bir cevap vermeden gülümseyerek hoca ile tokalaştı ve ağır adımlarla tren istasyonuna doğru ilerledi.

Cuma vaazında İmam efendi mektubu açtı şaşkın bakışlarla kendisini izleyen cemaate okumaya başladı. Mektupta daha fazla kasabada kalamayacağı, kalırsa huzursuzluğa sebep olacağını yazmıştı. Ayrıca Demirci İshak mektubunda, sattığı evinin parasını camiye bağışladığını belirtmiş, dükkânının parasını ise Davut’un eğitimi için harcanmasını istediğini yazmıştı. Bir de kasabalıya “Kusuruma bakmayın ne olur… Her dem nefsimizi makasladığımızdan sakala, bıyığa fırsat bulamadık.” notunu yazmış ve Yunus Emre’nin “Bir kez gönül yıktın ise/Bu kıldığın namaz değil” dizelerini hatırlatmıştı. Mektuptan sonra cami cemaati birbirlerine kafalarını sallayarak pişmanlıktan uzak “İyi adammış vesselam.” cümlesini söylemekle yetindiler. Müezzinin ezanıyla irkilip toparlanmaya başladılar. Az sonra Allah’ın huzurunda namaza duracaklardı.

Muhammet TANG

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir