Bugün zulüm altında olan toprakları sorsak, ne cevap verilir?  Filistin, Orta Afrika, Suriye, Irak vs. en başta verilebilecek muhtemel cevaplar. İstemediğiniz sürece görmenin mümkün olmadığı, medyanın yansıtmadığı birçok olay yaşanıyor çivisi çıkan dünyada.

Toplumda asgari bir kesim tarafından bilinip nadiren dile getirilen bir meseledir Doğu Türkistan. Türklerin ilk yaşam alanlarından olup, yaklaşık 1.6 km² alandan oluşan, ancak nüfusun belli bir yerde yoğunlaştığı bir coğrafyadır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin topraklarının 1/6’sını oluşturur. Orta Asya’da bulunan bölge kuzeyde Rusya, batıda Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, güneybatıda Afganistan, güneyde Pakistan, Hindistan ve Tibet, doğuda Çin, kuzeydoğuda ise Moğolistan ile komşudur. Bölge, hem Çin’i Orta Asya ve Orta Doğu ülkelerine bağlayan en elverişli kara yollarından, hem de çevre ülkelerin kaynak ve pazarlarının kullanılmasında en elverişli bölgelerden biridir. Böyle bir coğrafi yarar büyük ülkelerde nadir görülür. Yer üstünde olduğu kadar yeraltı kaynakları bakımından da oldukça zengin olan Doğu Türkistan bölgesi; kömür, petrol, doğalgaz gibi 148 çeşit madene sahiptir ve yerbilimcilere göre, Çin karasında petrogaz potansiyeli en büyük bölgedir. Böylesi zenginlikler doğal olarak bölgeyi çekici kılmaktadır.

Dünyada, özellikle son yıllarda gerçekleşen eylemler ve anlatılanlar doğrultusunda gözler Çin Halk Cumhuriyeti’ne çevrilmişti. Birtakım uydu görüntüleri Doğu Türkistan çöllerine yayılmış olan bir kampı gösteriyordu. O gizemli kamptan çıkabilen insanların anlattıkları doğrultusunda Çin hükümeti, yöneltilen suçlamaların asılsız olduğunu kanıtlamak amacıyla dünyaca ünlü yayın kuruluşlarına kapılarını araladı. Kampın aslında mesleki eğitim kampı olduğunu, insanların burada mutlu olduğunu ve çeşitli kültürel faaliyetler yapılabildiğini, bir toplama kampı ve beyin yıkama merkezi olduğu şeklindeki iddiaların ise gerçek olamayacağını açıkladı ve birkaç şahitle de söylemlerini destekledi. Kampın içerisinde her şey normal görünüyordu. Peki ya bu olayın patlak vermesi ve haber yapılma aşamasının öncesi ve sonrasında değişen uydu görüntüleri? Anlaşılan o ki bütün sorular henüz cevabını bulmuş değildi. Kim, Çin sınırlarını aşıp uluslararası bir sorun haline gelmiş olan Doğu Türkistan meselesiyle söze başlayacak olsa bunun iç işlerine müdahale olduğunu söyleyen Çin Devleti ile göz göze geliyor. Deyim yerindeyse aba altından sopa gösteriyor. Çin’in dünyada ekonomik anlamda söz söyleyen devletlerden olduğu inkar edilemez gerçeği karşısında yutkunuyorlar haliyle.

Doğu Türkistan’da yaklaşık 20 milyon Uygur yaşamaktadır. Uygurlar, Müslümandırlar ve Doğu Türkistan’daki çoğunluk gruptur. Bunun yanında Çinli, Moğol, Tibet ve Kazak, Kırgız, Özbek Türkleri azınlık gruptur. Resmi sayılara göre, 1949 yılında Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygurların nüfus oranı %76 idi. Şimdi bu oran %46’ya düştü. Yine aynı yılda bölgedeki Çinli nüfus oranı %4,8 iken şimdi %40’a ulaşmıştır. Yıllar arasındaki bu denli büyük değişim ve gittikçe açılan makasın nedeni ve nasıllığı ise büyük bir merak konusu.

1949 yılının Ocak ayında Çin askerleri Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni resmen işgal etti. Çin Devleti ilhak ettiği Doğu Türkistan topraklarının adını  ‘’yeni toprak’’ anlamına gelen ‘’Xingjiang’’olarak değiştirdi. Çin’in işgal ettiği bölgenin resmi adında ‘’özerk’’ ibaresi bulunmasına rağmen Uygurların kendilerini yönetme ve temsil etme hakları yoktur. Doğu Türkistan’daki siyasi, idari ve ekonomik pozisyonların %90’ı Çinlilerin elindedir.

  Çin hükümeti tarafından, ‘potansiyel suçlu üreten toplum’ olarak görülen Uygur Türkleri, kendi öz yurtlarında terörist, bölücü olmak gibi ağır şekillerde yaftalanmaktadır.  Hun hakimiyeti döneminden başlayarak, 2000 yıl boyunca sürekli Türklerin kontrolü altında olan Doğu Türkistan, 1750’den beri kısa süreli bağımsızlık dönemleri dışında Çin’in işgali, zulüm ve baskısı altında özellikle 1949’dan sonra Çin Devrimi ile birlikte sistemli bir Çinlileştirilmeye tabi tutulmuşlardır

Gözlerini dünyaya açtıkları andan itibaren, etnik ve dini köklerinden koparılmak istenen Uygur Türkleri; Sincanlı olmaya zorlanıp ve buna inandırılmaya çalışılıyorlar. Sistemli asimilasyon politikaları yürüten Çin hükümeti Uygur çocuklarına Türk yahut İslam kavramlarını çağrıştıracak isimler koymayı ve Uygurca konuşmayı yasaklamıştır. Uygur çocuklara Çince, Çin milletini ve Çin Komünist Partisi’ni öven şarkılar söyletilerek Türk kimliklerinden sıyırmaya çalışmaktadır. Yaptıklarının ne anlama geldiğinden habersiz olan Uygur çocukları Çin’in elinde birer canlı bombadır. Doğu Türkistan’da Türk soyunu kurutmaya adeta ant içmiş olan Çin; Doğu Türkistan mahallelerine Çinli, Çin mahallelerine Doğu Türkistanlı yerleştirip Uygur halkının kültürünü eritmeye çalışmaktadır. Bölgenin resmi haber sitesinde yayınlanan bir genelgeye göre: ‘’Nahiyemizde Çinliler ile evlenen Uygurlara 5 seneye yayarak 50 bin yuan ödül veriliyor.’’ denilmiş ve devamında onlardan doğan çocuklara da eğitim hayatı boyunca burs vereceklerini vadetmişlerdir. Çinli ile evlenene para teklif etmek, Uygurlara uygulanan etnik eritme projesi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Sosyal medyada konu olan yazılara göre; Çinliler kendilerini ‘’imparator han’’, sınırları içinde yaşayan azınlıkları ise ‘’soyu bozuk’’ olarak tarif ediyorlar. Resmi makamlar da vatandaşlarından geri kalmayarak ‘’Sarı nehir torunları’’, ‘’Dragon torunları’’, ‘’ Çin soyu oğul-kızları’’ kelimelerini kullanmak suretiyle Han etnik milletinin milliyetçi duyguları kabartılıyor. Uygurlar ‘’Biz Oğuz Han torunlarıyız’’, ‘’bozkurt totem bizim sembolümüzdür’’ dediği zaman, hemen etnik bölücülükle suçlanıyorlar. Açık seçik yazılanlara göre özetle: ‘’Uygur sorunu, ancak Uygurları asimile ederek çözülür’’ ifadeleri tehlikeyi açıklar nitelikte. Çinlilerin yaptığı zulümler canları, malları ve milliyetine kasıtla da sınırlı değil. Uygur kadınlarına adice tecavüz ederek, hayatları karartılmakta ve bunu kaldıramayan kadınlar çözümü intihar etmekte buluyorlar. Ne acıdır ki tecavüze uğrayan Müslüman Uygur kadınları intihar etmek için İslam alimlerinden fetva talep ediyorlar. Bu da kelimenin tam anlamıyla insanlık dramıdır.

Birçok Uygur aydını ‘’Göçmen Çinliler bizim gözümüzde Güney Afrika’daki beyazlar gibi, bizler ise siyahlar gibi’’ diyerek durumun vehametini ve üzüntülerini dile getiriyorlar. Buradan da anladığımız üzere Çin sınırları içerisinde ırkçılık had safhada.

Dünyada işkenceleri ile tanınan bu millet; Uygur halkını türlü zulüm ve işkencelere tabi tutuyor, eğitim kampı adı altında yıllarca hiçbir kayda dayanmaksızın hapsedip vahşice katlediyor. Sözde eğitim kampında zorla tutulan aile fertlerinin akıbetinden bihaber olan Uygur halkı, Çin’in tüm değerleri ve inançları hiçe sayarak, uyguladığı kardeş aile projesiyle evlerine zorla sokulan Çinli erkeklerle yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Çince konuşmak, evinde dini kitap ve ay yıldız barındıran nesneler bulundurmamak gibi zorbalık ve baskılara maruz kalıyorlar. Aslında bu yasaklar yalnızca ev içinde değil sokakta ve her yerde olan yasaklar olup söz konusu olan ay yıldızlı bayrağa ve millete alenen hakaret niteliği taşımaktadır. Alınan güncel karara göre Kur’an-ı Kerim  ve diğer dini kitaplar Çin Komünist Partisi’ne göre yeniden yorumlanacaktır. Bu karar bile dünyayı ayağa kaldırmaya yetecek niteliktedir.

Bu zulüm ve baskıların Uygur halkını mecbur bıraktığı göç, dalga dalga dünyanın dört bir tarafına yayılmakta olsa da bu konuda dünya halkları, özelinde Müslüman-Türk halkları pek de istifini bozmuyor.

 Kılıfına uydurulmuş zulümler ülkesi Doğu Türkistan… Binlerce yıllık kadim Türk yurdunda yapılan bu elim kıyım gerçektir. Dünyanın görmezden gelebildiği, görüyor olsa bile siyasi çıkarlar uğruna feda edilebilecek bir gerçek.

Zulüm gören; dini, dili, ırkı yüzünden zulüm görüyor olabilir ancak etnik ve dini kökeni ne olursa olsun zulüm tektir ve eyleme geçtiği andan itibaren dünyanın her yerinde tek vücut halini alır. Zulüm Orta Afrika’da da, Orta Doğu’da da aynıdır, dile getirmekten imtina edilen Doğu Türkistan’da da. Birini tanırken, diğerine susmak zulüm ırkçılığı değil de nedir?

Doğu Türkistan bugün bir dava ise bu Doğu Türkistan davasını davalaştıran  bir isim olacaktır: İsa Yusuf Alptekin. Ömrünü bu davaya harcamış, ömrünün sonunda da ‘’Bu davayı sizlere emanet ediyorum.’’ diyerek göçmüştür gün yüzü görmediği dünyadan. Hoca’nın sözündeki emanetin çok bir talibi yok gibi görünüyor.  Biliniyor ki talip olmak ağır bir iştir, fedakarlık gerektirir. Bugünün şartlarında eksik tarih bilinciyle Doğu Türkistan davası diğer meşru kabul edilen davalar kadar talip bulamamıştır.

O, vatanı olan Doğu Türkistan’da çıkardığı yayınlar ve kurduğu cemiyetler ile haklı davasını tüm şeffaflığı ile duyurmaya ve dünya gündemine taşımaya çalışmıştır. Türkiye’ye yerleştirdiği andan itibaren de bu davayı anlatmak için çabalamıştır. Kurduğu Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti’ni daha sonra vakıf haline getirmiş ve uluslararası kongre ve konferanslara katılarak davasını anlatmayı vefatına kadar sürdürmüştür. Uluslararası savunduğu Doğu Türkistan davasında Türkiye’ye herhangi bir zarar gelmesini istemeyişini, “Biz Türkiye’nin ayağına batacak bir dikenin gözümüze batmasını tercih ederiz!’’ sözlerinden anlıyoruz.

Doğu Türkistan bir direnişse ki hiç şüphesiz haklı bir direniştir. Öyleyse bu direnişte efsaneleşen kahraman Osman Batur’u anmamak vefasızlık olurdu. Köktogay bölgesinde, işgalci Çinli kaymakamın camiye çizmeleri ile girmesi üzerine halk, kaymakamı ve onlarca Çinli askeri öldürdü. Camilere tecavüz eden, Kur’an-ı Kerim’i yakan Çinlileri protesto eden ve zalimlere karşı boyun eğmeyen Doğu Türkistanlılar, “isyancı” oldukları bahanesiyle tutuklandılar. Resmî makamlar, Türklerin ellerindeki silâhları toplamaya başladılar. Bazı kişiler, silâhlarını Çin askerlerine teslim ettiler. Osman Batur, silahını teslim etmeyi reddederek: “Bugün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silâhımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar!” dedi ve tek başına dağa çıktı. Direnişine pes etmeden devam ederken, belli müddet sonra cephanesinin bitmesiyle yakalandı ve prangalı şekilde zindana atıldı. Bu süre içerisinde kesintisiz işkence edildi. Daha sonra  ‘’devrim düşmanlığı suçundan idam’’ kararıyla önce kulaklarını, sonra kollarını keserek, Urumçi’de kurşunlanmak suretiyle şehit edildi. Çocuklarından ikisi annelerinin gözleri önünde doğranarak, ikisi de derin bir kuyuya atılarak vahşice öldürüldü. Anne ise aklını kaybedip kendini nehre atarak hayatına son verdi. Geriye ise Osman Batur’un sınırları aşan direnişi ve şu sözleri kaldı: “Ben ölebilirim ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek” diye haykırıyordu. Nitekim edeceğiz. Yolumuzda tek kişi kalsak da hürriyet bizim için ölümüne savunulacak bir değerdir.

Uygurların ‘’Mandela’’sı olarak bilinen Prof. İlham Tohti Çin’in 60 yıl önce parlamentodan çıkardığı ’’Bölgesel Milli Özerklik Yasası’nda belirlenen özerkliği Uygurlara iade edilmesini ileri sürmüş ancak yasasını çiğneyen Çin hükümeti bunu tanımamış ve Tohti’yi ‘’Yasa devletin namusudur. Kendi yasasını çiğneyen devlet kendi kızına tecavüz eden babadan farksızdır.’’ diye haykırmasıyla el ve ayaklarına kelepçe vurularak Urumçi’ye götürülmüş ve bölücülük suçlamasıyla müebbet hapse, haksız bir esarete mahkum edilmiştir. Buradan anlaşılacağı üzere Uygur Özerk Bölge sınırları içinde etnik problemini dile getiren kimseler, radikalizm ve bölücülükle suçlanıyor. Tohti ve Uygur ozanı Abdurehim Heyit en çok bilinen isimlerden ikisi sadece. Kimlikleri belli olmayan, hapiste sanılıp ağır işkenceler ile katledilen Uygurları aileleri dahil hiç kimse bilmiyor.

Ata yurdumuzda reva görülen bu zulmün tek nedeni bölgenin zengin yeraltı kaynakları ve coğrafi konumu mudur? Tarihimize baktığımızda Çinlilerle birçok mücadele vermişiz ve dost olduğumuz vaki değildir. Türkleri zayıf buldukları anda boyunduruk altına alıp esarete mahkum etme çabalarından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. Bugün yaptıkları ve özellikle Türk milli ve dinsel kültürünü Çin kültürü içerisinde eritme politikaları bize gösteriyor ki bu düşmanlığın kökleri binlerce yıllık geçmişe dayanıyor. Nasıl ki insan doğduğu evden ayrılıp hayatını başka yerde devam ettirirken doğduğu yeri unutmuyorsa biz de doğduğumuz yeri  -ata yurdumuzu-  o şekilde hatırımızda tutmalı ve ona gelecek herhangi bir zararı bizim kabul etmeliyiz. Bugün dayanılmaz acıların yaşandığı ata yurdumuzun kan ağlıyor olmasında bizim yaşadığımız milli hafıza kaybının payı da az değildir. Düşünün ki size düşmanlık güden milyarlarca nüfusa sahip milletin karşısındasınız ve öz yurdunuzda terörist olmakla suçlanıyorsunuz. Ölüm kabul edilebilir bir gerçekliktir ancak hak edilmez. Bugün hayvanların bile hak sahibi olduğu modern dünyada Türkistanlı olmak bir zulüm gerekçesi. Yüreği kırk yama olmuş milletimin gözyaşı, ne Doğu Türkistan’da ne Karabağ’da ne Kerkük’te dinmiyor. Tarihte at nalları ile titreyen kadim topraklar şimdilerde göğü delen ağıtlarla kan ağlıyor. Hepsi bizim öz vatanımızdır ve acımız da vatanımız kadar. Uzak vatandaki kardeşlik bağı haritaların gösterdiğinin çok daha ötesindedir. Biz bir elmada iki yarı olmayacak kadar biriz aslında.  Ve bir yanımız mazlum iken bir yanımız mağrur olmayacaktır. En büyük utancımız ise bu birliği unutmaktır.

Eğer davanız Müslümanlıksa Doğu Türkistan Müslümandır, şayet Türklükse Doğu Türkistan’da zulüm gören Türk’tür. Dünya çapında ise katledilen topyekün insanlığın vicdanıdır. Doğu Türkistan davalar üstü bir meseledir. Meselenin en büyük gerçeği ise zulümdür. Ve zulmün tarafı olmaz, eğer mazlumun yanında değilsen zaten zalimsindir. Çin’e karşı kılıç kuşanmak değil bahsettiğim, herkes makul şekilde bu zulmü dile getirmeli ve dünya gündemine taşımak için çalışmalıdır. Unutulmamalıdır ki mücadelenin farklı yolları vardır. Bu mücadele atalara ve atalar yurduna olan borcumuzdur.

Doğu Türkistan’ı tanıyın ve bilin ki şimdi orası evlatsız kalmış bir anadır. Hürriyettir, Türkistan davası ve bizim vereceğimiz büyük sınav. Vatan Doğu Türkistan ortada kalmış kıymetli mirastır. Zulme memleket olmayacak kadar kıymetlidir. Zulüm gözümüze batarken önümüzü göremeyiz, duymalıyız Uygur’un sesini. Bir Doğu Türkistan atasözünde denildiği üzere: ‘’Bugün göz yumduklarımız yarın bize göz açtırmayacak olanlardır.’’

Tuğba ŞAHİN

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir