Bu çalışma, kavramların his haritası üzerinden değerlendirilen bir hakikat arayışıdır.

Popülizm çağı, sosyal medya etkisi, konfor alanı kavramları üzerinden eleştiri yapma geleneği için sualler yöneltecek, ekseriyetle suallerin cevapları okuyucunun takdirine bırakılacaktır.

Popülizm kavramına birkaç şatafatlı tanım ekleyelim, sonra konfor alanını açalım, sosyal medya bu işin neresinde onu konuşalım, devamında kurmaca bir paragraf ile kavramlarımızı karşılaştıralım.

Popülizm son dönemlerde kavram arayışını Jan Werner Müller’in “Popülizm nedir?” kitabında bulmuştur. Müller’e göre popülizmi belli bir sosyal sınıfla ilişkilendiren sosyo-ekonomik analizler ya da hınç gibi anlam yüklü duygular üzerinden tanımlamaya çalışan psikolojik açıklamalar kavramı bütünlüklü (bu kelimeden emin misin) bir analize tabi tutmakta başarısız olmuşlardır. Popülizmi anlamak için atılması gereken ilk adım, onun mantığını anlamaktır.

Konfor alanı, insanın kendini rahat hissettiği ortamdır. Televizyon karşısında ayaklarını uzattığı kanepe, sevdiği kadının yanı, tuttuğu takımın tribünleri…

Sosyal medya etkisi, kitlelerin yönetiminde kitle iletişim araçlarının son noktası sosyal medyadır. İlk telefon bir milyon kişiye yetmiş yılda ulaşmış iken, bugün Trump’ın attığı bir tweet dakika geçmeden milyonlara erişebiliyor. Kafka’nın Aforizmalarda dediği gibi, “Sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu.”

Kavramların karmaşasında popülizmin konfor alanında sosyal medya etkisi ile yaşadığımız mücadeleyi, cam fanus kıssası ile his haritamızda göstermeye gayret edeceğim.

Popülizm çağında doğmak aslında sancıların en büyüğü.

Hele ki hakikate talip olmuşsanız bu sancı giderek yoracaktır sizi. “Öteki” bulup yumruk atmak istemiyorsanız, yumrukları kendinize atmanızı ister, biz ve ötekiler. Yaranmak, kalabalık olmak, kitlenin arzu ettiğidir. O hep kendine benzeyenlerle gezmek, kendi gibi olanı övmek, ötekini yermek ister.

Cam fanuslar içine hapsolmuş konfor alanlarımızda balık gibi yüzüyor, attığımız her kulacı diğer fanustakine tokat atmak sanıyoruz. Oysa içeride rahat edip hayatımıza devam ederken sahte kulaçların etkisi bizi motive ediyor. Karşı fanusun kırılması, kendi suda kaldıkça onu ilgilendirmiyor, hatta “oh olsun” diyebiliyor. Karşıdan her eksileni tarihten kalan rövanşında mağlup ettim sanıyor. Sıra kendi camının kırılmasına geldiğinde medet umuyor, lakin utanç duymuyor. Akvaryumu olan küçük fanustakini, fanusu olan küçük bardağın içinde öleni kendinden eksilmiş saymıyor.

Kendinin kim olduğu ise o günün şartlarında güçlü olanın belirlediği kimliğin ötesinde aranmamalıdır. Kesin İnançlılar kitabında Hoffer şöyle der; “Afaroz edilmiş bir papazın, partiden atılmış komünistin ve dönek bir şovenistin özerk bireyler olarak huzur bulmaları şüphelidir. Kendi ayakları üzerinde duramazlar, yeni bir davayı kucaklamaları ve yeni bir grupla ilişkilenmeleri gerekir.” Aslında mesele fanusun büyüklüğü değil, herhangi bir fanusun içinde kalabilmektir. Le Bon kitlelerin psikolojisinde der ki, “Kitle ruhuna hakim olan hürriyet ihtiyacı değil, esirlik ihtiyacıdır.”

ASIL OLAN FANUSTUR!

Çünkü yine Hoffer’in ifadesi ile “Fanatik/Popülist tutunduğu davanın eskiden gelme olduğuna emindir. Benimsediği her davayı büyüten şey popülistin ihtirasıdır.” Fanus değişse de şehvet değişmeyecektir!

Cam fanuslarımız; konfor alanlarımız… Kimliklerimiz, dinimiz, mezhebimiz, siyasi partimiz, tuttuğumuz takım, mensubu olduğumuz aile…

Balık; sen, ben, o, biz, siz, onlar…

Attığımız kulaçlar; bugün attığımız tweetler, eskiden pankartlarımız, daha evvelinde naralar…

Ahmet Mithat, “Ben Neyim” eserinde şöyle misal veriyor:

Bir kambura sormuşlar ki kendisi düzelirse mi mutlu olur, yoksa bütün dünya kambur olursa m? İkinci sureti tercih etmiş. Okuyucuya sorumuz naçizane buradadır.

Popülizm çağında eleştirmek işte kambur misali; kendine kadar, yapmamak üzerine, kötü olanda buluşmak gayesi ile, canı yanmadan, ayağı takılmadan, sevdiklerini üzmeden, kendi fanusuna yaslanarak, karşısındakine nefret kusarak!

Fakat,

Okuyucular üzülmesin,

Tiyatro bittiğinde biz zaten sahnede olmayacağız! 

Murat PEHLİVANOĞLU

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir