Bizler; milletçe eleştirenleri görmezden gelen, övenleri ise göklere çıkaran bir yapıya sahibiz. Belki de buna milletçe demek yanlış olur, çünkü insan; yapısı gereği ferdiyetçidir, övgüden hoşlanır, en hoşgörülü olanın dahi tahammülü bir raddede son bulur. Peki ya bu hoşgörüsüzlük insana ne
yaptırabilir? Mesela eleştireni öldürtebilir mi? Günümüzde münekkitler yalnızca hapis cezasıyla kurtulabiliyorsa da(!) Nef’î o kadar talihli değildi. Bir hiciv ustası olan Nef’î, aynı zamanda da kaside üstadı olarak anılırdı. Yani aynı kişinin tek sözü hem sizi göklere çıkarabiliyor, hem de yerin dibine sokabiliyordu. Ve bu tamamen onların yaptıklarına bağlıydı. Gözünü budaktan sakınmayan, haksızlıklar karşısında susmanın ne olduğunu bilmeyen Nef’î; padişahtan devlet adamlarına, feleğinden babasına kadar her şeyi hedef almıştı ve korkusuzca eleştirmişti. Hasankale’de doğup
sefalet içinde büyüyen Nef’î, kendisini ve ailesini terk edip Kırım Hânı’nın yanında bolluk içinde yaşayan babasına şu mısraları yazmıştı:

“Saâdet ile nedim olalı peder Hân’e
Ne mercimek görür oldu gözüm ne tarhâne
Peder değil bu belâ-yı siyâhtır başa
Sözüm yerinde nola güç gelir ise Hân’a”

Son mısrasında söylediği gibi “Sözü Hân’ın gücüne gitse de yerindedir.”
Bu mısrayı onun şiirinin temel ilkesi olarak addetsek yeridir. Çocukluğu hakkında başka bilgiye sahip olmadığımız Nef’î, İstanbul’a gelip katiplik yaptı. Şiire olan istidâdı sayesinde saraya yakın olan Nef’î, 17.yüzyıl gibi, Osmanlı’da sanat anlayışının gayet yüksek olduğu bir dönemde en önde gelen şairler arasındaydı. Müthiş kasideleri sayesinde müthiş takdirler gören ve ihsanlar alan Nef’î, neredeyse bütün çağdaşları gibi İranlı şairlerden etkilenmişti. Namık Kemal’in: “İran kervanlarımızı soyanların en cesurudur.” dediği Nef’î, kendini İran şairlerinden üstün görürdü:

“Benimle hemzebân olmaz ne Firdevsî ne Hakânî”

Türk şairlerden de “şairlerin sultanı” olarak bildiğimiz Bâkî’nin gazellerine hayrandır. Buna karşın gazelde o kadar başarılı değildir.

Nef’î ile ilgili bu yazıda değineceklerimiz ne kasidesi ne de gazelidir. Başta belirttiğim gibi edebiyatımızda gereken değeri görmediğini düşündüğüm hiciv, konumuzun temel unsurudur. ‘Kaza Okları’ manasına gelen Sihâm-ı Kazâ adlı şu anda önümde duran eseri, eskiyip sararmış yapraklarını
çevirirken bana bir şeyler yapabilecekmişim hissi veriyor. Fakat eserdeki şiirlerin her bir kelimesi o kadar güçlü ki, Nef’î dahi bunlarla bir şeyi değiştiremediyse ben nasıl yapabilirim demekten de alıkoyamıyorum kendimi.

Bu büyük şairin, bu dürüstlük şehidinin günümüzde hâlâ çokça kişi tarafından bilinen hicivleri mevcuttur. Bunlardan Şeyhülislam Yahyâ ile olanı en meşhurudur diyebiliriz:

“Şimdi hayli sühan veran içre
Nef’i mânendi var mı bir şâir?
Sözleri sebâ-i muallakadır
İmrulkays kendidür kâfir”

Bu dört mısrada kâfirlikle itham edilen Nef’î’nin cevabı ise şöyledir:

“Bize kafir demiş Müfti Efendi
Tutalım ben ana diyem Müselman
Varıldıkta yarın rûz-ı cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan”

Bu ikili arasında buna benzer mülâtefeler sürüp gider. Nef’î’nin ölümüne müsebbib şiiri ise Gürcü Mehmed Paşa’ya yazdığı “a köpek” redifli hicivdir:

“Ehl-i dil düşmanı din yoksulu bir mel’unsun
Öldürürlerse seni can be cehennem a köpek”

“İ’tikadımca gaza eyledim inşaallah
Hak bilir yok yere ben kimseye söğmem a köpek”

gibi beyitler içeren bu şiirden sonra onun yanında kalan tek hâmisi IV. Murat da daha fazla tahammül edememiş ve ölüm emrini vermişti. Büyük üstadı Tevfik Fikret’in kendisi için yazdığı mısralarla anıyorum:

“Öyle bir nehr-i muazzam gibi cûş etmişsin
Fakat, eyvâh, çorak yerde akıp gitmişsin!
Sana bir başka zemîn, bir başka zamân lâzımdı,
Sana bir âlem-i lahut nişan lazımdı”

Mehmet Ali DEMİR

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir