Madun nedir? Madun, Hindistan’daki sömürgeci tarih yazımıyla ortaya çıkmış ötekilerin temsil sorunudur. Şöyle ki, Hindistan’daki kültür ve temsil çalışmaları ya emperyalist-İngiliz sömürüsünün tarih yazımına aittir ya da bu sömürüye karşı anti-emperyalist yazımın diskurunu benimseyerek öteki ve benlik temsili çalışılır. Çağdaş post kolonyalizm ise; Spivak’ın madun kavramı sayesinde bu iki kategorinin dışında kalmış, bu yüzden temsil edilemeyen, herhangi bir diskur ve tarih yazımına ait olmadığı için sesi çıkmayan, konuşamayan dışlanmışların adı, edebiyatı, kültürü haline gelmiştir. Ne sömürgeci tarih yazınını ne de ulusal yazımını kabul eden, aidiyetsiz ve dışlanmış ötekilerdir madunlar. Spivak, Derrida’nın Gramatoloji kitabının çevirmenidir, aynı zamanda kendisi de bir akademisyendir. Derrida ve post kolonyal bağlamda post yapısalcılık çalışırken, yani; yapının temsil ve anlam sorunsalını sömürgecilik çalışmaları üzerinden okurken, bir yandan da temsilin ikircikli doğası üzerine çalışıyor ve bu çalışmalarının sonucunda subaltern’den, Türkçeye madun, (günlük kullanım olarak beterin beteri) diye çevirebileceğimiz toplumun en alt basamağındaki insanlardan, kimliklerden bahsediyor. Hindistan’daki aşırı sert ve acımasız kast sistemi en alttakileri her türlü toplumsal, kültürel ve kurumsal yazımdan dışlayarak ötekileştirir. Böylelikle madun dediğimiz dışlanmışların temsil sorunu retorik bir soruyla dikkat çeker: Madun konuşabilir mi? Hiçbir yere, yazıma ve tarihselleştirici doktrine ait olamayanların sesi nasıl temsil edilecektir? Benzer şekilde, Kemalistler olarak aynı temsil sorunu paylaşıyoruz. Politik olarak doğrular, yanlışlar, tezler ve antitezler çoktan paylaşıldı. Bizler ne emperyalist yazımın parçasıyız ne de sahte anti emperyalizm ve batı karşıtlığının “yerli ve milli” cephesindeyiz. Ne demokratikleşme kisvesi altındaki gericilerle olan işbirliğinin ne de batı hayranlığının sömürge valisi tavrını benimsiyoruz. Ne Şam’ın şekeri ne Arabın yüzü diyoruz. Ne yazık ki hiçbir alanda temsil şansımız yok. Bir yandan modernite ve aydınlanma tarafını tutanlar neoliberalizmin kültürel programlarına biat ediyor; bir yandan ise neoliberalizmin ahlaki ve toplumsal erozyonunu eleştirenler yerli ve milli yozlaşma tarafını tutup, toksik bir doğuculuk diskurunu benimsiyor. Kemalistler olarak konumumuz müphem ve muğlak. Zemin kaygan ve uçurum dik. Bizler yeni madunlar olarak temsilimizi kaybettik. İlerleme ve özgürlüğün tarafı gösteri peygamberlerinin sahte kurtuluş marşlarını söylerken milli ve yerli cephe, akrabasına devlet yardımı alma peşinde. Yalnız bırakıldık. Siyasi arketiplerden bize uygun modeli seçmemiz bekleniyor, zira politik stereotiplerin öngörülebilir profili çoktan çıkarırdı ve hamleler bu profile göre planlandı. Kültür endüstrisi ise muhafazakar kanattan muhalif radikalizme kadar meta skalasını bu profiller üzerinden organize ederek herkesi kapsayacak devasa bir gösteri toplumu kurguluyor. Ilımlı ve konformist orta yolculardan radikal ve terörize sol gruplara ve dahası, neoliberal-muhafazakarlığın tasavvuf edebiyatına kadar her kimliğe göre şekillenen kültür üretimi; gösteri toplumunu çok boyutlu bir hiper gerçekliğe kavuşturuyor. Bir tek bizleri, hakikatin peşindeki kemalistleri kapsayamazlar. Bizler bu gösteri toplumundan dışlandık dostlarım, zira bizler sahte neoliberalizmin ve post truth çağının madunlarıyız. Hepimize kolay gelsin.

Helin YAZAN

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir