İstanbul sözleşmesine göre, kadınlar ve erkekler arasında bütün toplumlarda tarihten gelen bir güç eşitsizliği vardır. Bu güç eşitsizliğinden kastedilen iktidar eşitsizliğidir. Bu eşitsizlik; zayıf konumda bulunması sebebiyle kadına karşı, ayrımcılığın en kötü yansıma biçimi olan şiddeti doğurmuştur. Burada yapısal bir ilişki vardır, yani bu sosyolojik bir olaydır ve toplumun genel yapısını dönüştürmeye yönelik bir mücadeleyi gerektirir.

Kadına karşı şiddetle ilgili, doğrudan etkili çok önemli iki sözleşme, yasal araç vardır. Bu yazıyı kaleme almamdaki temel amaç da bunları karşılaştırmalı olarak incelemek, bu araçlara genel anlamda yapılan itirazları cevaplandırmak ve daha iyi nasıl uygulanabilir bunu sorgulamaktır.

Dünyada her 3 kadından biri dayak yemiş, cinsel ilişkiye zorlanmış, yani şu veya bu şekilde şiddete uğramıştır. Fiziki şiddet, tüm şiddet türleri arasında en yaygını olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle doğurganlık yaşında olan, 14–45 yaş grubundaki kadınlar çeşitli şiddet türlerine daha fazla maruz kalıyor. Bunlar arasında en bilinenlerinden biri Türkçede “kadın sünneti” olarak da bilinen “Kadınların Cinsel Anlamda Sakatlanması” olarak da tercüme edebileceğimiz Female Genital Mutilations(FGM)’dir. Genellikle 5 yaşından küçük çocuklar üzerinde uygulanan FGM’ye, milyonlarca çocuk daha bebekken maruz kalıyor ve bu şiddetin tesiriyle yaşamak zorunda bırakılıyor.

Türkiye’de kadınların %38’i fiziksel şiddete veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Evlenmiş kadınların %9’u cinsel şiddete, %35’i orta ya da ağır derecede fiziksel şiddete, daha da ilginç olan ise boşanmış veya ayrı yaşayan kadınların %74 ü fiziksel şiddete maruz kalıyor.

Şiddet ve taciz; toplumlar dönüştükçe değişiyor, yeni formlarda kendini gösteriyor. Özellikle teknoloji sahasındaki birtakım ilerlemeler sadece gelişimi değil, şiddetin yeni türlerini de üretti. Siber taciz bunlardan en bilinenidir. Avrupa’da her 10 kadından 1’i, 15 yaşından bu yana siber tacize uğruyor. Yine intikam pornosu denilen yeni bir şiddet türü doğdu ve bu da daha önce bilinmiyordu.

Şiddetle mücadele için son 50 yılda birtakım gelişmeler yaşandı. Uluslararası standartlar ve ulusal üstü birtakım normlar geliştirildi ve bunları denetlemek ve uygulamakla sorumlu kurumlar oluşturuldu.

Bunlardan ilki CEDAW olarak da bilinen “Convention On The Elimination Of All Forms Of Discrimination Against Women” yani BM “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi”dir. Diğer önemli sözleşme ise bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olan İstanbul Sözlemesi’dir. Burada altını çizmek gerekir ki Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’nden farklı bir örgüttür. Temel prensipleri demokrasi ve insan hakları üzerine kurulmuş, devletlerarası bir örgüt olan Avrupa Konseyi’nin merkezi Strazburg’dadır ve 7 üyesi vardır. Türkiye de Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerindendir. Avrupa Birliği’nin merkezi ise Brüksel’dedir.

Avrupa Konseyi’nin İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW; devletler üzerinde etkili ve yasal olarak bağlayıcılığı olan metinlerdir. Bir devlet bunlara taraf olduğu zaman, sözleşme yasal olarak bağlayıcı hâle gelir. Burada bir parantez daha açmak gerekir ki bir uluslararası sözleşmeyi imzalamak ile ona taraf olmak birbirinden farklı şeylerdir. Bir uluslararası sözleşmeyi imzalamak demek, onun genel prensipleri içinde kalmaya bir nevi söz vermek demektir. Taraf olmak ise devletin içindeki yetkili bütün aşamalardan geçildikten ve sözleşme onaylandıktan sonra, o sözleşmenin artık ilgili devlet için bağlayıcı bir hukuki metin haline gelmesi ve iç hukukunda o sözleşmeyi uygulamakla sorumlu olmasıdır.

Bunlardan farklı olarak CEDAW’dan türeyen birtakım genel tavsiyeler vardır. Bu Genel Tavsiyeler, devletler üzerinde etkili olmakla birlikte yasal bağlayıcılıkları somut olarak yoktur. Burada Türkiye için önemli olanlar, özellikle şiddetle ilişkili genel tavsiye 19 ve 35′ tir. Son dönemde de insan hakları alanındaki gelişmeler, bunlara yasal bağlayıcılık kazandırmaya yönelik bir eğilimdedir. En son İspanyol Yüksek Mahkemesi, Cedaw’ın bu tavsiyelerinin yasal olarak devleti bağlayacağı kararını verdi.

Devletlerin imza attığı ve siyaseten uygulayacaklarını söyledikleri birtakım siyasi belgeler de vardır. Hukuki olarak bağlayıcılığı olmayan bu metinlere, BM Kadınlara Yönelik Şiddet Bildirgesi veya Pekin Eylem Platformu örnek verilebilir.

Son olarak da şiddet alanında çok önemli sonuçlara giden bireysel düzeyde, vaka düzeyinde kararlar vardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlar bunlardandır. Türkiye’de en bilineni “Türkiye’ye Karşı Opuz” kararıdır. Bu karar şiddet ile ilgili olarak kendinden sonra gelen anlayışları da şekillendirmiştir. Cedaw komitesine kişisel olarak yapılan başvurular sonucunda verilen kararlar da devleti bağlamakla birlikte, yalnızca başvuran kişi için sonuç doğurur. Son dönemde kadınların eşlerinin soyadını alma zorunluluğuna itiraz eden bir Türk vatandaşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açtı ve bunu kazandı. Unutulmamalıdır ki bu, sadece başvuran kadın için sonuç doğurur; çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları vaka kararlarıdır. Tabii olarak devletlerin bu kararlardan mesaj alması ve kanunlarını ona göre düzenlemesi gerekir.

CEDAW küresel bir BM sözleşmesidir ve BM’nin 9 temel insan hakları sözleşmesinden biridir. İstanbul Sözleşmesi ise bölgesel bir sözleşmedir. Avrupa Konseyi’nin çerçevesinde oluşan, Avrupa ülkeleri içinde kurulmuş olan bir insan hakları sözleşmesidir.

CEDAW, kadınların insan haklarından genel olarak bahseden ve amacı kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı yok etmek olan bir sözleşmedir. İstanbul Sözleşmesi de bir insan hakları sözleşmesi olmakla birlikte, amacı ev içi şiddet ve kadınlara yönelik şiddetle etkili mücadele etmektir.

CEDAW; çok yönlü, ilke odaklı, prensipler düzeyinde konuşan bir sözleşmedir. İstanbul sözleşmesi ise son derece özgü ve somut sonuçlara odaklı bir sözleşmedir.

CEDAW, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve diğer insan hakları sözleşmelerine dayalıdır. İstanbul Sözleşmesi ise Cedaw’a dayalıdır. Her ikisinin de bağımsız uzman denetimi vardır ve görevliler ülkeleri değerlendirir.

CEDAW sözleşmesi, 1979’da yazılmış ve 1981’de BM Genel Kurul’u tarafından kabul edilmiş bir sözleşmedir. Aynı zamanda kadınların insan olarak sahip oldukları hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve ayrımcılığın saptanmasında hangi standartların kullanılacağını ve evrensel standartların neler olduğunu bize söyleyen bir sözleşmedir.

Eğitim, siyaset, çalışma alanı, özel alan gibi pek çok alanı kapsar. CEDAW’ı, BM’ye üye 193 devlet arasından onaylayan 189 devlet vardır. Türkiye 1986’da onaylamıştır. Onaylamayan 4 devlet vardır. Hiç imza atmayan ülkeler İran, Somali ve Sudan’dır. Bunlara ek olarak ABD imzalamış ama onaylamamıştır. Bahsi geçen hiç imzalamamış bu 3 devlet; gerekçe olarak CEDAW’ın bahsettiğimiz prensiplerinin İslam şeriatına aykırı olduğu iddiasını ileri sürmüştür. ABD’de ise iç siyasi çekişmeler dolayısıyla sözleşme iki kere senatoya kadar gelmesine rağmen onaylanma 1 oyla reddedilmiştir. Bunun sebebi özellikle ABD’deki muhafazakâr kesimde, BM’nin ABD’nin iç işlerine karışmasının istenmiyor oluşudur. Bu arada parantez açmak gerekir ki İslam şeriatına uymadığı gerekçesiyle sözleşmeyi imzalamayan 3 ülke olmasına karşın dünyadaki diğer bütün Müslüman ülkeler CEDAW’ı imzalamış ve onaylamıştır.

Bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi ise, 2011 yılında yazılmış ve 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşmelerin genel anlamda yürürlüğe girmesi zaman alır, çünkü belirli sayıda devletin imzalaması gerekir. Avrupa Konseyi üyesi olan 47 devletten 34 tanesi sözleşmeyi onaylamış durumdadır. Türkiye 2012 yılında ilk imzalayan ve ilk onaylayan ülkedir.

İsminin İstanbul Sözleşmesi olmasının sebebi ise; bu sözleşme, Avrupa Konseyi’nin bakanlar kurulunun İstanbul’daki toplantısında imzaya açılmıştır ve teamül gereği Avrupa Konseyi sözleşmeleri nerede imzaya açılırsa o şehrin adıyla anılır. Şu an sözleşmeyi 45 devlet ve Avrupa Birliği imzalamış durumdadır. Avrupa Birliği sözleşmeyi imzalamıştır yani genel prensiplerinin hiçbirine karşı değildir fakat henüz onaylamış değildir. Bu da birtakım teknik ayrıntılarla ilgilidir. Sözleşmeyi imzalamamış 2 devletten biri Rusya Federasyonu diğeri ise Azerbaycan’dır. Çek Cumhuriyeti de Avrupa Birliği üyesi bir devlet olmasına rağmen henüz sözleşmeye taraf olmuş, yani onaylamış değildir.

Her iki sözleşmenin de uluslararası seçimle gelen, bağımsız uzmanlardan oluşan bir denetim organı vardır. CEDAW’ınki 23 uzmandan oluşan CEDAW Komitesi’dir. İstanbul Sözleşmesininki ise 15 bağımsız uzmandan oluşan GREVIO’ dur.

CEDAW ve GREVIO komiteleri, devletlerin taraf oldukları sözleşmeleri uygulayıp uygulamadıklarını belirli aralıklarla denetlerler. Bu denetim devlete yardımcı olmak, devlete yol gösterici olmak şeklinde işleyen bir süreçtir.

CEDAW, kadınların insan haklarının bireysel ve evrensel olduğunu söyler. Bireyseldir çünkü her kadının doğuştan sahip olduğu haklardır, evrenseldir çünkü bu haklar her kadın için aynıdır. Bunun sonucu olarak sözleşme, yasalar önünde (de jure) ve gerçek yaşamda (de facto) bir toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla CEDAW; eğitimde, siyasette ve özel alanda yani aile ve evlilik ilişkilerinde de kadınlara karşı herhangi bir ayrımcılığı engellemeyi amaçlayan bir sözleşmedir. Bunu imzalayan ve taraf olan devletler bu yaklaşımları kabul etmiş durumdadırlar.

Değinilmesi gereken bir nokta vardır ki bir devlet CEDAW’a taraf olduğu zaman sadece kendi devlet görevlilerinin; yani asker, polis, bürokratlar ve diğer devlet görevlilerinin eylemlerinden sorumlu olmakla kalmaz, aynı zamanda diğer kişi ve örgütlerin; firmaların, kurumların, özel teşebbüsün ve de özel kişilerin eylemlerinden de sorumludur ve onları denetlemelidir. Bunun içindir ki şiddete yönelik yasalar yapıldı. Ayrıca şiddetin aile içinde olması da bir insan hakkı ihlalidir ve bütün bunlar 1979’da CEDAW’dan kaynaklanarak gelen anlayışlardır.

CEDAW’ın en önemli özelliklerinden biri de, taraf olan ülkeler için ayrımcılığı gecikmeden yok etmek taahhüdünü verdirmesidir. CEDAW’a rapor vermeye gelen devletler yaptıkları olumlu şeylerden ve karşılaştıkları kısıtlamalardan bahsederler. Bu kısıtlamalar içinde harp, ekonomik kriz, tabii afet vb. olabilir. Komiteye rapor veren devlet, bunlardan dolayı kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması konusuna yeterince önem veremediğini ve yeterli kaynağı ayıramadığını bahane edemez çünkü devletin taraf olduğu bu sözleşme (CEDAW) ayrımcılığın gecikmeden yok edilmesini ister. Yine sözleşme, kadın erkek eşitliği sağlanana ve bu sağlam bir temele oturtulana kadar uygulanacak geçici özel önlemlerin çok önemli olduğunu söyler.

CEDAW daha önce hiçbir sözleşmede olmayan yeni bir hüküm getirmiştir. Bazı kültürel ögelerin, mesela ayrımcı geleneklerin, kalıp yargılara dayalı toplumsal cinsiyet rollerinin, bunların kadınların insan haklarından yararlanmalarını kısıtladıklarını ve devletin bu tür gelenekleri, yok etmek ya da dönüştürmek zorunda olduğunu söyler. FGM, çocuk evlilikleri bunlara örnektir.

Bugün aslında Cedaw’da şiddet ile ilgili bir madde yoktur. 1979 yılında BM’ de Cedaw görüşülürken çeşitli ülkelerin büyükelçileri şiddet konusu gündeme geldikçe karşı çıktılar, çünkü bunun kendi ülkeleri için gerçek bir vaka olabileceğini kabul dahi etmek istemiyorlardı. Cedaw denetleme komitesi, ülke raporları gelmeye başladıkça bu eksikliğin farkına vardı ve 1992′ de kadınlara yönelik şiddetle ilgili ilk genel tavsiyesini yayımladı. CEDAW’a göre kadına yönelik şiddet, sözleşmede bir hüküm olmasa da kadınlara sırf kadın oldukları için yöneltilen ve onları orantısız olarak etkileyen bir şiddettir ve bundan dolayı bir ayrımcılık türüdür, dolayısıyla şiddet de CEDAW sözleşmesi kapsamındadır.

2017 yılında genel tavsiyesini güncelleyen Cedaw komitesi, kadınlara yönelik uygulanan bazı şiddet türlerini işkence olarak değerlendirmiştir. Bu karar; sürekli uygulanan ev içi şiddeti, doğurganlığa veya üreme haklarına ilişkin bazı müdahaleleri de şiddet olarak kabul etmiştir. Yine aynı kararda kadınlara yönelik şiddetle mücadele etmenin artık uluslararası örf ve âdet hukukunun bir gereği olduğu belirtilmiştir.

Tekrar İstanbul Sözleşmesi’ne döndüğümüzde, sözleşmenin nevi şahsına münhasır bir niteliği olduğunu görüyoruz. Sözleşmenin ön sözü der ki: “Kadına yönelik şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına ve kadına yönelik ayrımcılığa neden olan ve kadınların tam ilerlemesini engelleyen, kadınlar ve erkekler arasında tarihsel eşitsiz güç ilişkisinin bir tezahürü olduğunun bilincinde olarak;”

İstanbul Sözleşmesi ilk defa, şiddetin bu büyük bir sarmalın parçası olduğunu ve her yönden bu konuya bakmak gerektiğini, bunun sosyolojik bir olgu olduğunu açıkça ifade etmiştir.

İstanbul sözleşmesine göre; fiziki şiddet, psikolojik şiddet, ısrarlı takip, şiddet türleridir. “Israrlı Takip” İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli katkılarından biridir. Sadece sokakta değil; okulda ve internette de görülen Israrlı Takip çok ciddi boyutları olan bir taciz biçimidir. İstanbul Sözleşmesi ilk defa ısrarlı takibin hukuken suç olarak tanımlanması gerektiğini ve sözleşmeye taraf olan devletlerin bunu ceza yasalarına dahil etmeleri gerektiğini söyledi. Türkiye henüz ceza kanununda bununla ilgili bir düzenleme yapmadı.

Sözleşme; kültür, âdet, din, gelenek veya sözde namus gibi birtakım gerekçeler kadınlara yönelik şiddeti haklı çıkarmanın kabul edilemeyeceğini ve bunların mahkemeye gerekçe olarak sunulamayacağını açıkça belirtmiştir. Ayrıca Sözleşme belirli hallerde devlete tazminat yükümlülüğü de getirmiştir.

İstanbul Sözleşmesi gelene kadar İngilizcede 3p denilen bir anlayışla şiddeti önlemeye yönelik yasalar yapılıyordu. Prevention (önleme), Protection (koruma), Prosecution (soruşturma/kovuşturma).*

İstanbul Sözleşmesi ile birlikte buna bir dördüncü eklendi. POLİCY. Yani şiddetin toplumsal iktidar ilişkilerinden kaynaklanan bir olgu olduğunu ve bunun da ancak “bütüncül politikalar” ile hareket ederek aşılabileceği anlayışı.

Yazının başında verilen istatiklerde (%74) ve sıklıkla televizyon haberlerinden de takip ettiğimiz gibi şiddete uğrayan ya da öldürülen kadınlar genelde boşanmış ya da boşanmak isteyen kadınlar oluyor. Burada önemli olanın zihinsel dönüşüm olduğunu, toplumun yargılarının dönüştürülmesi gerektiğini anlamamız gerekiyor.

CEDAW komitesi Türkiye ile ilgili son raporunda gerçekten karmaşık bir tablo olduğunu belirtmiştir. Komiteye göre; Türkiye’de birçok kurum, kuruluş ve kişi (buna devlet de dahil sivil toplum da) kadınlara yönelik şiddetle mücadele etmek için aktif, istekli ve bu yönde gayretli ve bunun sonucu olarak da birtakım ilerlemeler var. Fakat temel sorun; devlet, sözleşmenin özünde olan toplumsal cinsiyet eşitliği ile kadına yönelik şiddet arasındaki bağlantıyı kuramıyor yani bunu bir iktidar eşitsizliği meselesi olarak görmüyor. Dolayısıyla da çok yönlü kapsayıcı politikalar geliştirmekten geri kalıyor. Komite devletin daha etkin olması gerektiğini vurguluyor. Ayrıca komite, kadınların adalete erişim sorunu olduğuna değiniyor. Bilgi eksikliği, kullanılacak dilin bilinmemesi, eğitimsizlik, adli yardım olanaklarının kısıtlı olması bu erişimsizliğin nedenlenlerindendir.

GREVIO raporu ise, kadına yönelik şiddetin farklı türleri hakkında, sözleşmede yazan, bilinçlendirme ve farkındalık çabalarının arttırılması gerektiğini söylüyor. Kampanyalar düzenlenmesi, sivil toplum örgütlerinin bu konuda ulaşabildikleri her yolla, her türlü medya üzerinden bilinçlendirici çalışmaların teşvik edilmesi gerekiyor. Sivil toplumun her vakanın üzerine gitmesi, her konuyu eleştirmesi ve topluma mal etmesi gerekiyor.

Hâkim ve savcıların uluslararası normlar ile ilgili bilgilendirilmesi her iki raporda da belirtilmiş. İlgili mesleklerdeki bütün hizmet içeriğinin uygulanması, ilgili mesleklerde (doktor, öğretmen vb.) farkındalık yaratılması ifade edilmiş.

Bütün bu sözleşmeler ve anlaşmalar ilerleme potansiyeli yüksek, çok önemli belgeler ancak amaçlananlara ulaşılması uygulamada yatıyor. Bunların yasalara aktarılması, ulusal uygulamanın sağlanması, kadroların eğitilmesi, geleneksel yargı ve davranışların dönüştürülmesi yani kültürel dönüşüm gerekli. Nedenleri tarihsel olarak da çok gerilere giden böyle bir sorunda kısa sürede düzelme beklenemez yine de kültürel dönüşüm belli bir çizgiye, belli bir anlayışa oturtulabilir.

Kadına karşı şiddet meselesinde doğru yolda ilerlenecek adımların atılmasını sağlamak için etkili diğer unsur ise siyasi iradedir. Bu konuda hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi sorunlar var. Sivil toplumun alanı pek çok sahada daraltılmış durumda. Avrupa’da ve Türkiye’de kadın haklarında ve şiddetle mücadele alanında atılan adımların başarısından rahatsız olan ve kazanımlara tepki gösteren toplumsal kesimler olabiliyor. Değişik toplumlarda farklı odaklar görülüyor. Din veya milliyetçilik temalı birtakım muhafazakâr görüşlerin etkisi ile de İstanbul Sözleşmesine yoğun bir karşı çıkış var.

Bu karşı çıkışların en önemli sebeplerinden biri ise İstanbul Sözleşmesinin LGBTİ ile ilgili bir sözleşme olduğu iddiasıdır. Sözleşmede bununla bağlantılı tek bir ibare vardır. Bu ibare de cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğinden bahseder ve tek bir maddede geçer. Maddede ise bunlar üzerinden kimseye ayrımcılık yapılamayacağı belirtilir. Toplumsal cinsiyetin, kadınlar ve erkekler için toplumsal olarak oluşturulmuş olan davranışlar ve tutumlar olduğu belirtilir. İddia edildiği gibi diğer cinsiyet gruplarından bahsetmez. Sözleşme tamamen kadınlara ve aile içi şiddete yönelik bir sözleşmedir.

İstanbul Sözleşmesine yöneltilen itirazlardan bir diğeri ise Türkiye’de son yıllarda gündeme gelen toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal cinsiyet adaleti tartışması üzerinden ilerliyor. Daha muhafazakâr çevreler şiddete karşı olduklarını belirtmekle birlikte hedeflenmesi gerekenin toplumsal cinsiyet eşitliği değil de toplumsal cinsiyet adaleti olduğunu söylüyorlar çünkü kadınlar ve erkeklerin zaten birbirlerinden farklı olduklarını ifade ediyorlar. Sözleşme, hiçbir yerinde adalet kelimesini geçirmez ve doğrudan doğruya toplumsal cinsiyet eşitliğinden bahseder. Zaten toplumsal cinsiyet adaleti de ancak toplumsal cinsiyet eşitliği olduğu zaman gerçekleşebilir.

Gündelik siyaset değişiyor ve bu gündelik siyasette küçük grupların etkisi bazen artıyor, bazen azalıyor. Çok çeşitli gruplar bulunabiliyor ve bu gruplardan bazı küçükler aşırı uçlarda olabiliyor. Sözleşmeye olan genel destek azalınca bu aşırı uçların sesi duyulmaya başlanıyor. Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan ve sesini duyuran bir grup olsa da bu sözleşmeden çekilmek veya sözleşmenin uygulanmasından bütün olarak kaçınmak gibi bir sonucu doğurmayacaktır ancak bunun bir duraksama devrine sebebiyet verdiği de yadsınamaz.

Bahsettiğim sözleşmelerde geçen bu normlar; insan hakları, hukuk devleti, kadın erkek eşitliği gibi demokratik değerleri savunan herkesin bilmesi ve benimsemesi gereken değerlerdir. Çünkü Aile içi şiddet sadece bugünü değil, gelecek kuşakları da etkileyecek bir olgudur. Her şeyin ötesinde dünyayı ancak bilinçle, sebatla çalışarak; birtakım etik ve evrensel değerlerin varlığını kabul ederek, onlara sahip çıkarak değiştirebiliriz. Kadınların ve erkeklerin birlikte, tam bir uyum içinde yaşadığı bir dünya ve Türkiye tasavvur ediyorum. Bunun da mevcut kazanımların korunması ve daha ileri götürülmeye çalışılması ile mümkün olacağına inanıyorum.

*Prof. Dr. Feride Acar/ Uluslararası Boyutlarıyla Kadına Yönelik Şiddet

Kaynakça:

MOROĞLU, N., Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi , Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 25(99), 359-368


MOROĞLU, N., Uluslararası ve Ulusal Hukukta Kadının İnsan Hakları, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 1, Ocak 2017, Sayfa: 291-294


MOROĞLU, N., Uluslararası ve Ulusal Hukukta Kadının İnsan Hakları, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 1, Ocak 2017, Sayfa: 304-305


ÖZKAN, G., Kadına Yönelik Şiddet – Aile İçi Şiddet ve Konuya İlişkin Uluslararası Metinler Üzerine Bir İnceleme, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, Haziran 2017, Sayfa: 538-553


ÖZKAN, G., Kadına Yönelik Şiddet – Aile İçi Şiddet ve Konuya İlişkin Uluslararası Metinler Üzerine Bir İnceleme, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, Haziran 2017 Sayfa: 555-558

*Prof. Dr. Feride Acar/ Uluslararası Boyutlarıyla Kadına Yönelik Şiddet

 

Hilal Bıçak

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir