“Geçmişin toplumsal yapılanması üç dayanağın üzerinde duruyordu: rahip, kral, cellat. Uzun süre önce bir ses yükselip haykırdı: Tanrılar gidiyor! dedi. Son olarak başka bir ses yükselip haykırdı: Krallar gidiyor! Şimdi üçüncü bir sesin yükselmesinin zamanıdır: Cellat gidiyor!”

Sadece önsözünde bile onlarca cümlenin altını çizdiğim, neredeyse kusursuz bir eleştiri romanı olan “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”; Victor Hugo’nun ilk eserlerinden biridir. Kitaplığımın klasikler dizisi bölümünde gururla bulunduracağım bu kitap kesinlikle okumaya değer. Bir solukta bitirdim fakat etkisi günler sürdü diyebilirim.
Roman, yaşanma olasılığı oldukça yüksek bir kurguyu içeriyor. Fransız edebiyatının en başarılı isimlerinden olan Victor Hugo, 1829 yılında yayımladığı bu eseriyle dönemin Fransa’sındaki idam cezasını realist ve edebi bir dille eleştiriyor. Kitap; uzun ve etkileyici bir önsöz ile başlıyor, önsözde bahsedilen fikri destekleyen bir tiyatro oyunuyla devam ediyor ve sonunda kurguya geçiyor.
Anlatılanlar genele bakıldığında realist gibi görünse de başkarakter olan idam mahkûmunun romantik bir kişiliğe yakın olduğunu açıkça görebiliyoruz. Mahkûm, kaçınılmaz sonunu beklerken beş hafta boyunca çoğunlukla karamsar, yer yer umutlu bir ruh hâline bürünüyor. Yazar o kadar başarılı ki okurken kendini bu karakterin yerine koymayan var mıdır merak ediyorum.

“Hâkimin kadife pençesinin altında celladın tırnakları hissedilir.”

Sürekli dile getirilmese de roman boyunca merhamet duygusunun önemi okuyucuya hissettiriliyor. Dönemin adalet sistemi; mahkûmların hayatının yalnızca hâkimin birkaç sözüne bağlı olması üzerinden başarılı bir şekilde eleştiriliyor. Bir yandan da tokat gibi gelen bir gerçek var ki cellat olan; yalnızca hâkim, devlet veya giyotin masasında bıçağı indiren kişi değil: Halk! Victor Hugo’nun deyimiyle; sefil, iğrenç halk! Bir eğlence gösterisiymişçesine haftalar öncesinden bu cani infazı bekleyen halk! Bir insanın kafasının gövdesinden uzaklaştığını görebilmek adına birbirinin üzerine çıkan, o an geldiğinde canavarca sevinç naraları atan halk!
Benim en çok etkilendiğim kısım hiç şüphesiz romanın sonuydu. Halkın idam cezasını heyecanla, korkunç bir zevk ve iştahla izlemesi çok acı.
Yazar muhtemelen böyle bir ana şahit olmuş. Eserini başarılı bir şekilde kurgulamış fakat bu yazılanların yalnızca kurgudan ibaret olduğunu söylemek doğru olmaz. Yazarın öfkesini, acıma duygusunu, ruh hâlini her satırında hissetmek mümkün.

“İntikam almak bireyseldir, cezalandırmak Tanrının işidir.”

Okumayı bitirdiğimde, kendimi giyotin masasında o mahkûmla beraber infaz edilmiş gibi hissediyordum. Oldukça derin izler ve düşünceler içinde bırakan bu romanı herkese öneriyorum. Sevgiyle kalın!

“Tanrılar için üzülenlere: Tanrı kalıyor, denebilir. Krallar için üzülenlere: Vatan kalıyor, denebilir. Cellat için üzülenlere söylenecek bir şey yok.”

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir