Türkiye’de kadın cinayetleri 2011’den beri her yıl artarak devam ediyor. Erkek şiddetinin olağanlaştırıldığı, hukukun artık işlemediği bu topraklarda geçtiğimiz yıl 440 kadın katledildi.

Kadın eylemlerinde sıkça “Kadın cinayetleri politiktir” sloganını duyuyoruz. Her ne kadar insanlar -çoğunlukla da erkekler- bunun pozitif ayrımcılığı çağrıştıran bir söylem olduğunu düşünseler de işin aslı öyle değil. Bu bir realite: Kadın cinayetleri politiktir.

Fakat…

Kadın cinayetleri politiktir çünkü defalarca ölümle tehdit edilen kadın, karakola gittiğinde güvenliği tam anlamıyla sağlanmıyor hatta bunu yapan kocasıyla orta yol bulunmaya çalışılarak şiddet gördüğü eve geri gönderiliyor. Eğer ortada çocuklar varsa ‘iyi niyetle’ onlar da bahane edilip emniyet mensupları, “Kocan pişman, bak gül gibi çocukların var onların hatrına affet” diyor. Dayakçı koca karısını dövmeye, devlet onu korumaya devam ediyor. Peki çocuklar memnun mu bu durumdan? Annelerinin fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalmasından? Hayır… Belki o aileden olan kız çocuğu büyüyüp başına böyle bir olay geldiğinde polise gitmesinin faydasız olacağını düşündü ve yıllar sonra şiddete susan kadınlardan biri oldu.

Yapılan araştırmalara göre 1134 cinayetin 141’i şiddet, taciz veya tehdit karşısında kadınların güvenlik amacıyla resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşanmış. 234 cinayet ise devam eden bir ayrılık veya boşanma sürecinde işlenmiş. Yani cinayetlerin 1/3 de kadınlar hayatta iken yargı sistemine bir başvurmuş olmalarına rağmen can güvenliklerini sağlanamadığını gösteriyor. Ayşe Paşalı bunun en büyük örneklerinden biridir ki daha niceleri var.

Kadın cinayetleri politiktir çünkü medya, kadına yönelik şiddete karşı yetersiz çalışmalar yapan devleti sorgulamak yerine erkek aldatılmış mı tahrik var mı bunlarla ilgileniyor. Şiddeti ve cinayetin haklı sebeplerini arıyor cinayeti magazinselleştirip meşrulaştırıyor.

“Aşk cinayeti”, “kıskançlık cinayeti” ve “cinnet” türünden ifadeler, erkek bakış açısının medyadaki yansımasından başka bir şey değildir. Kaldı ki bu cinayetleri psikolojik boyuta indirgemek, “Kadın cinayetleri politiktir” gerçeğini örtmeye çalışan bir sis bulutu işlevi görmektedir.

Kadın cinayetleri politiktir çünkü eğitim sistemimizin temeli cinsiyetçiliğe dayanıyor. Erkeklere her şey mubahken kadın yaptığında namus devreye giriyor. Kadınlara öyle öğretiliyor ki taciz edildiğimizde suçlu olmadığımızı kanıtlamak için “saat çok geç değildi, işten/okuldan dönüyordum, kıyafetim açık değildi” diye kendimizi savunmak zorunda bırakılıyoruz çünkü eğer bunların aksiyse hak etmişizdir tacizi, tecavüzü. O saatte orada ne işimiz vardı? Kimse gecenin üçünde bir erkeğin sokakta olmasını yadırgamaz, sorgulamaz bunda yanlış bir şey yoktur ama eğer o saatte dışarıda olan bir kadınsa ya “aranıyordur” ya da “yolludur”.

Kadın cinayetleri politiktir çünkü kadın cinayeti davalarında kanunlar yeterli ve caydırıcı değil. Oysa ceza hukukunun en önemli amaçlarından biri caydırmak, ıslah etmek ve topluma kazandırmaktır. Cinayetlerin sürmesine de sebebiyet veren esas eğilim, “erkek şiddetini aklamak” eğilimidir.

“Hakaret, tehdit, zorla alıkoyma, özel hayatın gizliliğini ihlal, tecavüz, cinayet…” gibi adlar alan suçlar ve davaları; kadınlara yöneldiğinde, suçun türü, işleniş şekli ve sonucuna göre ceza indirimleri devreye giriyor.

Şule Çet davası sırasında sanık avukatının “kızına sahip çıksaydın” söylemi erkek şiddetini aklama eğilimin son ve önemli bir halka olarak karşımızdadır. Her ne kadar sosyal medyada bu söyleme sert tepkiler verilmiş olsa da toplumun bilinçaltı avukatın sözlerinden farklı düşünmemekte. “Eğer kızımıza sahip çıkarsak güvende olurlar” fikri maalesef ebeveynlerde hakim düşünce haline gelmiştir. Oysa şiddetin kaynağı kurutulmazsa “sahip çıkmak” da yetmeyecektir.

Kadın cinayetleri politiktir çünkü Cumhurbaşkanı, “Kadınla erkeği eşit konuma getirmek fıtrata terstir” dediğinde aslında erkeklerin “üstünlüğü” kabul ettiğini itiraf etti. Fıtrata ters olan eşitlik onlar için mümkün olmadığından toplum “erkektir yapar” dedi. Aslında bu erkeği “aşağılık” göstermesine rağmen erkeklerde güçmüş gibi algılandı.

Bir kadın olarak kadın cinayetlerini durdurmak için daha sağlam çözümler üretmemiz gerektiğine inanıyorum. Gencecik kadınlar öldürüldüğünde, tecavüze uğradığında “idam gelsin, hadım edilsin” söylemleri değil istediğimiz.

Daha doğmadan başlıyor aslında erkek çocuk sevinci kız çocuk burukluğu. Erkek çocuğu, ‘amcalara teyzelere gösterilen’, kesileceği zaman davullu zurnalı kutlamaların yapıldığı pipi yüceltmesiyle büyütmemek gerekiyor.

Kadının, hayatın her alanında erkeklerle eşit fırsat ve olanaklara sahip olması gerekiyor. Bütün kamusal alanlar erkeklere her şeyi yapmaları için serbest bırakılıyor. Yani sorun ‘mekân’ değil, tüm mekânların erkeklere mahsus oluşu. ‘Buton’ veya ‘pembe otobüsle’ de çözüm gelmez. Bu anlayışın değişmesi gerekiyor.

Siyasetçilerin, her gün kadının toplumsal rolünü daha da dibe iten “Eşitlik fıtratında yok”, “Kahkaha atmasın”, “İffetli olsun”, “Hamile hamile dolaşmasın”, “Çocuk doğursun”, “Evinde çalışsın”, “Tecavüze uğradıysa çocuk kalsın, o ölsün” gibi ayrımcı laflardan kurtulmaları gerekiyor.

| Ece S. Doğan

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir