Bu itirafı çok gizli olmak şartıyla bulabilmek için XVIII. yüzyıla kadar gelmek lâzımdır. Ahmed III’ün sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 1721’de gittiği Paris’i, Evliya Çelebi’nin Viyana’yı seyrettiği gibi Kanuni asrının şanlı hâtıraları arasından ve bir serhat mücahidinin mağrur gözüyle görmez.O, XVIII. asır Paris’ine Karlofça’nın ve Pasarofça’nın millî şuurda açtığı hazin gediklerden ve devlet işlerinde pişmiş zeki bir memurun tecrübesiyle bakar. Filhakika aradaki zaman zarfında imparatorluk iki büyük ve kanlı macera geçirmiş, cihangir muharip ve mücahit gururu yaralanmış, üstüste Budin’i ve Belgrat’ı kaybetmiş, velhâsıl, şartlar mühim bir surette ve aleyhimizde olarak değişmiş bulunuyordu. Üstelik Evliya Çelebi’nin uzak bir tehdit halinde sezdiği Rus tehlikesi artık fiilen mevcuttu.

Hiç bir kitap garplılaşma tarihimizde bu küçük “Sefaretnâme” kadar mühim bir yer tutmaz. Okuyucu üzerinde “Binbir Gece”ye iklim ve mâhiyet değiştirmiş hissini bırakan bu kitabın hemen her satırında gizli bir mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü görülür. Hakikatte bu sefaretnâmede bütün bir program gizlidir.

Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin “Sefâretnâme»sinin devrine doğrudan doğruya müessir olduğunu kabul etmesek bile, bu kitabı zamanında az çok mevcut olan bir ruh hâletinin ifadelerinden biri olarak görmek lâzım gelecektir. Filhakika Avrupa ile münasebet!İlişkilerimizin bu kadar sıklaştığı bir devir pek azdır. Bu, Fâtih’den beri İstanbul’da mevcut olan ecnebi kolonisinin yavaş yavaş yüksek tabakanın hayatına az çok girmeğe başladığı devirdir.

Yukarıda bu Sefaretname’nin batılılaşma yolunda ne ifade ettiğini,Osmanlı’nın, Sefaretname’nin yazıldığı dönemde Batı’ya nasıl baktığını göstermek için Ahmet Hamdi Tanpınar’dan bir alıntı yaptık.Asıl konumuz Mehmet Çelebi’nin ilk kez gördüğü operayı sefaretnamesinde yazıya dökmesi…

Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Paris Sefaretnamesi,Osmanlı sefaretnameleri içinde en dikkat çekenlerinden biridir.Sefaretnamenin ayrıca tarihi ve edebi bakımdan da önemi büyüktür.Mehmet Çelebi Yeniçeri Ocağı’nın yirmisekizinci ortasına kayıtlı olması nedeniyle bu lakabı almıştır.Osmanlı’yı yurtdışında çok güzel bir şekilde temsil eden Yirmisekiz Mehmet Çelebi,1720 yılının başlarında kalabalık bir heyetle Fransa’ya doğru yola çıkmış,kırk altı gün sonra Toulon’a varmıştır.Daha sonra Paris’e geçen Mehmet Çelebi,Paris’te,büyük kalabalıklarla karşılanmış,Paris’in halkı,sosyetesi ona büyük alaka ve hürmet göstermiştir.

Yirmisekiz Çelebi’nin yaşadığı dönemde Osmanlı ilk defa yüzünü-ilk defa askeri olarak üstün konuma geldiğini kabul etmiş- Batı’ya dönmüş,onun gücünü farketmiştir.Ciddi toprak kayıplarıyla karşı karşıya kalan Osmanlı,Batı’yla temaslar kurmaya karar vermiş ve Yirmisekiz Mehmet Çelebi’yi Fransa’ya yollamıştır.Ülkeye dönüşte padişah III.Ahmed’e sunulan bu eser aslında Sefaretname-i Fransa adını taşır.

Yirmisekiz Çelebi,kralla birlikte ava gittiğini,kralın sarayını gezdiğini anlattığı sefaretnamede en güzel yerlerden biri operayı ilk kez gördüğü ve anlattığı bölümdür.Operayı ilk defa gören Mehmed Çelebi bunu uzun uzun anlatmış ve hayretini gizleyememiştir.(Ayrıca Paris’in kale ve istihkâmlarını gezdi ve kendisini hayretler içinde bırakan operaya da gitti. Onun izlediği opera Thésée’dir ve bu lirik trajedinin librettosu Quinault imzasını taşıyordu. Oyunu besteleyen de Lulli’dir. Mehmed Efendi’nin kralla birlikte izlediği opera sarayda temsil edilmiş, ayrıca oğlu Said Efendi Les Fêtes Venitiennes balesini izlemiştir. Çelebi Mehmed’in ikinci defa gittiği opera sözlerini La Mothe’un yazdığı La Tragédie d’Omphale’dir; bestecisi de Destouches’dur.(Zeki Arıkan))

Sadece Paris’e mahsus, adına «Opera» denilen bir oyun çeşidi varmış, burada çok tuhaf sanat ve hünerler gösteriyorlarmış. Operayı büyük topluluklar seyrediyorlar, daha çok da şehrin zengin tabakası hoşlanıyormuş. Arasıra Vasi’nin geldiği de oluyormuş.

Vasi bir gün bizi buraya davet etti. Biz de gitmeyi kabul ettik. Entroduktor, Kral tarafından bir araba getirdi, daire halkımızla arabaya binip Opera oynanacak yere gittik. Opera binası Vasi’nin sarayının hemen yanındaydı. Bu saray, özellikle bu Opera denen oyun İçin yapılmış. Burada herkesin derece ve rütbesine göre ayrı ayrı oturacak yerleri vardı.

Bizi kralın oturduğu yere götürdüler. Burası kırmızı kadifeyle döşeliydi. Vasi de gelmiş, yerine oturmuştu. Binanın her tarafı kadın ve erkekle ağzına kadar doluydu. Yüzden fazla çeşitli çalgı âletleri duruyordu. Akşama da bir saat kadar vardı. Her taraf kapalı olduğundan, İçerde yanan yüzlerce balmumu ve avize ortalığı aydınlatıyordu. Bu büyük salon İçin büyük masraflar yapıldığı anlaşılıyor; trabzanlar, direkler ve dört bir yan, tavan da dahil altın yaldızlı oymalarla süslenmişti. Operaya gelen kadınlar da sanki İpekli kumaşlara ve mücevherlere batmışlardı. Kadınlar bu kıyafetleriyle mum alevlerinin önünden geçtikçe öyle şaşırtıcı bir manzara meydana geliyordu ki burada anlatamam.

Önümüze, saz takımının oturduğu yere, İşlemeli büyük bir perde asmışlardı. Gelen halkın hepsi yerlerine yerleştikten sonra, önümüzdeki perde aniden yukarı kaldırıldı ve arkasından orta yere büyük bir saray çıkıverdi. Oyuncular sarayın bahçesinde kendi özel kıyafetleriyle ve yirmi kadar peri yüzlü kız pırıl pırıl taşlı elbiseleriyle ortalığı aydınlatırlarken, çalgılar da ortalığı nağmeye boğdular. Bir süre dansettikten sonra, Operaya başladılar.
Opera denilen oyunda herhangi bir hikâye canlı olarak oynanmaktadır. Burada oynanan bütün hikâyeleri kitap olarak basmışlar, hepsi otuz kitap olmuş. Her hikâyenin ayrı ayrı adı var. Ayrıca, her hikâyeyi her oyunda daha henüz yeni oynuyorlarmış gibi gösteriyorlarmış.
Bizim gelip seyrettiğimiz oyunda bir padişah vardı, bu padişah başka bir padişahın kızına âşık oldu ve onu İstedi. Meğer kız da başka bir padişahın oğluna âşık olmuş. Oyun süresince, birbirleri arasında geçenleri ayrı ayrı gösterdiler. Meselâ padişah kızın bahçesine gidecek oldu, önümüzdeki saray bir anda kayboldu, yerine limon ve turunç ağaçlarıyla dolu bir bahçe çıkıverdi.
Oyunun başka bir yerinde padişah dua etmek için kiliseye gidecek oldu, bahçede hemen büyük bir kilise göründü. Padişahla kızın arasını soğutup birbirlerinden ayırmak gerekti, sihirbaza başvurdular, ortaya bir sürü sihirbaz çıkıverdi. Atlı ve yaya askerlerle çeşitli savaşlar gösterdiler. Gökten bulutla yere İnsanlar İndi, yerden göğe doğru yine başka İnsanlar çıktılar.

Kısaca, insanı hayrette bırakan o kadar çeşitli şeyler gösterdiler ki, bunların hepsini burada anlatabilmeme imkân yok.

Gök gürlemeleri ve şimşek çakışları gösterdiler. Gördüğümüz bütün bu şeyler bizzat gözle görülmeyince inanılamayacak kadar tuhaf şeylerdir. Gösterilen garipliklerin hepsini seyrettik. Hele aşk sahnelerini o kadar canlı gösterdiler ki, gerek padişahın, gerek kızın ve gerekse kral oğlunun tavır ve hareketlerine baktıkça insanın acıyacağı geliyordu.

Operanın oldukça kibar bir idarecisi de vardı. Opera çok masraflı bir sanat olduğundan, geliri için büyük devlet malları bağlamışlar. Opera aynı zamanda Paris’in özelliklerinden birisiymiş de.Opera üç saat kadar sürdü, bitince, kalkıp geriye konağımıza geldik.

Bir iki gün sonra tekrar Entroduktor gelip: “Kralın sarayında opera düzenlenecektir. Gelirseniz çok hoşlanacaksınız. Hem Kralla yanyana oturursunuz. Kralın sağ tarafında akrabası ve Prensler vardır. Sol tarafında da elçilerin yeri vardır. Geldiklerinde herkes rütbe sırasına göre oturur. Siz ise bütün elçilerin önüne geçip Kral’ın yanına oturursunuz.” dedi.

Yapılan teklifi memnuniyetle kabul edip, çağırılan günü ikindi sıralarında saraya gittik.
Kralın sarayında. Divanhane tarafında, sadece böyle toplantılar için ayrı bir dans salonu yapmışlardı. Bu salon, daha önce gittiğimiz salondan hem daha büyük, hem de daha çok masrafla yapılmışa benziyordu. Duvarları somaki mermerden, yaldızlı acayip resimlerle süslenmişti. Tavana kadar dört kat halinde localar yapılmıştı, bakır, çalığı mermerden tırabzanlarıyla oldukça güzel ve hoş, bir salondu.

Biz içeri girdiğimizde, zengin kadınlarının çoğu altınlar içinde ve ziynete batmış mücevher elbiselerle gelmişler, her biri ayrı bir locada oturuyorlardı!.
Merdivenlerden yukarı çıktık. Kral için bir sandalye koymuşlar,
Kralın soluna rastlayan sandalyelerin ilkine oturduk. Oraya toplananlar şehir operasına gelenlerden çok fazlaydı.

Biz oturur oturmaz Kral da geldi, yerine oturdu. Sağ tarafına amcasının kızı Matmazel de Charles Conde adındaki ay parçası, soluna bir başka amca kızı Matmazel de Laroche Severin Conti mücevherlere boğulmuş olarak gelip oturdular. Bizim yerimiz de hemen onların yanlarındaydı.
Yine ön tarafta, üzerine bir hayli emek verildiği anlaşılan, nakışlı bir perde asılıydı. Perde birdenbire yukarı kalktı, ortaya çıkan sahneye peri yüzlü kızlar doldular. Onların arkalarında da bir güneş doğdu. Kocaman bir sini büyüklüğündeki güneşi altından yapmışlar. Güneşin arka cephesinde parıldayan mumlar, seyircilere, güneşin ışık saçtığı izlenimini veriyordu.
Opera şarkıcılarının çalgı takımını getirmişler. Hep birden çalmaya başlayınca, kızlar da çalınan parçaya uyarak dansetmeğe başladılar. Söylediklerine göre dansedenler, Prens, Mareşal, Duka ve Bey çocuklarıymış; Kralın sarayında ancak bunlar dansedebilirlermiş. Aynı boyda ve aynı yaştaki bu gençler sekizer sekizer gruplar halinde dansettiler. Bunların sadece dans için, sırmayla ipek kumaş üzerine işlenmiş ayrı elbiseleri vardı. Başlarına da sorguç biçiminde birer başlık geçirmişler, güzel kokulu siyah macunlar ve kızıllık düzgünleri sürünerek güzelliklerini bir kat daha arttırmışlardı.

Opera halkı tam kadro halinde beklerken, tuhaf taklitler yaparak çeşitli oyunlar oynadılar. Oyunlar bitince Kral kalktı gitti, biz de konağımıza geldik.
Vasi Duka Dorleans’ın şehre bir saat uzaklıkta bir sarayı varmış. Adına Saint Cloud diyorlarmış. Vasi’nin yaşlı annesi hâlen o sarayda oturuyormuş. Bize gelip: “Oldukça güzel bir bahçesi vardır. Eğer seyretmek isterseniz gidelim. Hem o gün Fransız askerinin kumandanı durumunda olan Mösyö de Baron da geleceklerdir. Ayrıca o size yiyecek ve araba temin edecektir.” dediler.

O gün öğle üzeri arabalara binip çağırılan yere gittik. Şehrin bitiminden saray bahçesine varıncaya kadar iki tarafa dikilmiş ulu ağaçlar arasından geçerek saraya geldik. Gözlerimizin önünde öyle güzel bir düzen vardı ki, burada anlatabilmeme imkân yok. Vasi gelince, kendisinin oturduğu odaları sırayla teker teker dolaştık. Anasının odası, sırmayla işlenmiş seccadelerle süslü, görülmemiş ufak tefek değerli eşyalarla doldurulmuştu…

Bütün bunlara bakılarak kültürel münasebetlerin tesis ve tanzimi için Fransa’da tetkik yapmağa gitmiş gibi görünen Yirmi Sekiz Çelebi’nin ayrıca bir de siyasî vazifesi vardı: Fransa ve İspanya ile ‘tecavüzî ve tedafüî bir ittifak akdini temin suretiyle Avusturya’ya karşı müttehit bir hareket imkânını hazırlamak.Tarih, Fransızların bu teklifi savsakladıklarını ve bu vesile ile şarkta yeniden bir takım ticarî menfaatler teminine çalıştıklarını gösteriyor. Mehmet Çelebi bu vazifesinde muvaffak olamıyacağını anlayıncadır ki, süratle memleketine dönmek lüzumunu duymuştur.

Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, Fransa’dan döndükten sonra defter emini, 1722’de rûznâmçe-i evvel, 1724’te başmuhasebeci oldu. Çerkez Mehmed’in malını zapt için Mısır’a gönderildi (1730). Patrona Ayaklanması’ndan sonra III. Ahmed’e ve Damad İbrâhim Paşa’ya yakınlığı gerekçesiyle Lefkoşe’ye sürüldü ve 1144’te (1731) orada vefat etti. Ölüm tarihi her ne kadar 1732 olarak gösteriliyorsa da mezar kitâbesine göre bu tarih 1731 olmalıdır. Lefkoşe’de Sinan Paşa Camii’nin hazîresinde bulunan mezar taşı kitâbesinde şöyle yazmaktadır: “Bin yüz kırk dört muharreminin on dördüncü günü vefat eden, Yirmisekiz Çelebi demekle mâruf, sâbıkan rûznâmçe-i evvel Mehmed Efendi merhumun kabridir el-Fâtiha sene 1144 (19 Temmuz 1731).” (Zeki Arıkan)

Kaynaklar:

Faik Reşit Unat,Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri,Türk Tarih Kurumu Basımevi 1968

Yirmi Sekiz Mehmed Çelebi Sefaretnamesi,1975

Ahmet Hamdi Tanpınar,19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi,Çağlayan Kitabevi,1988

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt IV/1

Cevdet Perin,Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri,Pulhan Matbaası,1946

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir