Senelerdir Liman Kalesi’ni geri alamayan Gazi Umur Beğ, (Dukas’ın yazdığı Bizans Tarihi’nde de bu duruma çok üzüldüğü belirtilir.)bu duruma çok üzülüyordu. Liman kalesi, haçlıların elinde iken Bizans ve Doğu Avrupa işlerine karışması, üzerine yeni yeni kuvvetlerin yönelmesine yol açmış, fakat Umur Beğ bunları etkisiz kılmayı başarmıştı. Buna rağmen, Aşağıkale haçlıların elinde idi. Öteki yandan Haçlılar da küçük bir kalede sinmiş, hareket edemez olmuşlardı. Umur Beğ ise diğer faaliyetlerini devam ettiriyordu. Haçlılar ile Umur Beğ arasında 1347 senesi sonlarında bazı temaslar başladı. Ayasuluğ (bugünkü Selçuk/İzmir) hâkimi Hızır Çelebi ile İzmir hâkimi Umur Beğ, 1347 sonları ile 1348 başlarında Haçlılarla bir anlaşma sağlamışlardı. Bu anlaşmanın şartları belliydi: İzmir Liman Kalesi, haçlılarca yıktırılıp, şehir Türklere teslim edilecekti. Buna karşılık Türkler de haçlılara her iki liman ve çevresinde bazı imtiyazlar vereceklerdi. Ancak Papa Vl.Clement’in kurmak istediği Haçlı gücüne bütün Avrupa devletleri iştirak etmemişti. Meselâ Cenova buna katılmıyordu çünkü Cenevizlilerin Türklerle erken devirde barış anlaşması vardı. Bu açıdan bazı Avrupa devletlerinin de aynı şekilde ticârî ayrıcalıklar elde etmesi diğer devletleri rahatsız ediyordu. Bu sebeple Aydınoğulları ile Latinler arasında sağlanan anlaşma Papa’nın onayını alamadı ve yürürlüğe girmedi. İzmir’in Liman kalesi meselesini çözmek isteyen Umur Beğ ise barış imkanının kalmadığını görünce hayli müteessir oldu. Geriye savaşmaktan başka seçenek kalmıyordu ki o da zaten yıllardır bunun içindeydi. Fakat bu işi de kesin olarak çözmeye kararlıydı. Umur Beğ’in hayatını anlatan ve Şair Enverî tarafından yazılan “Düstûr-Nâme” adlı eserde onun bazı rüyaları anlatılmaktadır. Ağabeyi Hızır Çelebi’nin hasta olduğunu rüyasında görünce hemen Ayasuluğ’a koşmuş, orada onu sağ görünce çok sevinmişti. Bu defa orada rüyada kendisini meleklerin ortasında gördü. Rüyâsını anlattığı kardeşleri, onun şehid olacağına işaret olunduğundan ağlaştılar. Hızır Çelebi’den gayri, küçük kardeşleri Süleyman Şah ile İsa Beğ’de birlikte idiler. Paşa, gece gündüz gözünün seğirdiğini, yüzünün kara kana bulaştığını söylüyordu. Bundan sonra “Hakdan dilediğinin şehid olmak olduğunu, geride kalanların bu dünyada mutlu olmalarını” istemişti. Artık Umur Beğ, rüyasında kendisine gösterilmiş olan şehidlik yolundaydı. Düsturnâme’deki satırlar olayı daha açık olarak açıklamaktadır:

Dedi hem Dündar Beğe; “Ey dür

Yedi nice pehlivanları bu yer

Gel senünle Hak yoluna ölelim

İkimiz varup şahâdet bulalum

Baş açup dün gün ölümü isterüz

Hak yoluna başa kılıç yastaruz.”

Dedi Paşa, “Gireyim ben pusuya

Gireyim derya kenarında suya.”

Dedi Dündar’a, “Sehergâh sen görün

Birkaç er ile pusu yerin

Çıka kâfir kılmaya senünle cenk

Son demi bolayki kiram çok frenk.”

Gece Paşa geldi pusuya girür

Geldi Dündar, ol pusu yerin görür

Çünki tenha gördü Dündar’ı adû

Cümle taşra çıkdı ötdürür boru

Alay ile çünki taşra çıkdılar

Pusu yok sanub kenara bakdılar

Nâgehân çıkagelür şah-ı Guzât

Tiğ elinde saldı a’dâ üzre at

Ol firenk alayı içine dalar

Sağ u sola tiğ-ı burrânı salar

Doldu ol leşker içi zâr u figah

Sel gibi oldu kan akdi revân

Doldurur ol yeri anda küşteden (küşte: ceset)

Yığılur kâfir yücelür püşteden (püşte: tepe)

Kıra kıra kale içine tıkar

Kılıcı oduyla hasm evin yıkar

Kalenin önünde bir divan var

Tokad ağzında ağaç var üstüvâr

Kurtulan sürtüp girürler içerü

At depüp yortup gelür Paşa gerü

Göğsü gürlerdi köpüğü saçılur

Yüzüğün kaldırdu yüzü açılur

Erişür iki azep der “Tokadı

Ya kesün yahud bunu açun” dedi

Çaldı tokadı kılıç elde tutar

Kılıç ol ağacun içine batar

Der ki “Bu kaleyi bugün ya alam

Almaz isem ya şehid olup ölem”

Bunu derken döndü nâgâh bir firenk

Urdu ok ile alm hatm oldu cenk

Aktanlub ol dem ol kûh-ı girân

Getürüb ol dem şehâdet verdi cân

Hak anun kıldı duasın müstecab

İki âlemde bulur ol feth-i bâb

Uşcı arı canı cisminden çıkar

Hak ana cennet kapusın açar

Karşu çıktı huriler rıdvan ile

Gaziler canlan hem gılmân ile

Götürür kalkan ile anı eren

Kan edüb göz yaşını anda eren

On sekiz yaşı ata oldu süvâr

Hem yeğirmi bir yıl etdi kâr-zâr

Yediyüz hem kırk sekiz idi sâl

Yaşı otuzdokuz etdi intikal

Eylemişdür ol yeğirmi altı gazâ

Rahmet anun rûh-i pâkine sezâ

Hak anun ruhunu kılsun şâdıman

Ravza-ı cennet içinde her zaman…

Bizans Tarihçisi Dukas ise Umur Beğ’in ölümü şöyle anlatmaktadır:

“Ömer bey (Aydın oğlu Ömer Bey’e Umur Bey de derler) İzmir’e geldiği zaman şehrin Haçlılarla dolu olduğunu görünce, çok mustarip oldu ve kendi kendine «Ya kaleye zaptetmeliyim ve yahut ölmeliyim» dedi. Bu «frâre»ler harp işinde mâhir adamlardı. Şehir ise başka binaların inşasına hacet kalmayacak derecede mamur idi. Ömer bey «frere»ler ile muharebe etmeğe başladı ve harbin kazanılması için mevcutlara ilâveten iktiza eden yeni tedbirler aldı. Gece gündüz durmadan çarpışmalara devam ediyordu. Toprağı kazıp siper yapıyor ve düşmanın taarruzunu defetmek için duvarlar inşa ediyordu. Bu mücadele ve çarpışmalar esnasında Umur bey, bir Licos gibi taarruz ederek, ordusu ile beraber kale hendeğini bile geçmeğe ve kale duvarlarına merdivenler koymağa muvaffak oldu ve kudurmuş kurt gibi, askerinin en önünde yukarı çıkmağa başladı. Muzafferiyet mükâfatım yalnız kendisi için almak istedi. Fakat her şeyi iyi bir şekilde idare eden ve istediği gibi çeviren İlâhi mukadderat Ömer beyin canavarca ve devâsâ hücumunu gördü, her ne kadar merdiven basamaklarından yukarıya çıkarken kalkanı ile kaleden atılan oklara karşı kendisini muhafaza ediyor idiyse de duvarın en yüksek yerine çıkmak için daha ne kadar mesafe kaldığını görebilmek üzere, miğferini biraz yukarıya kaldırdığı sırada, atılan bir ok alnına isabet etti, iki kaşı arasına girdi ve baş aşağı yere yuvarlandı. İstediği şanlı ölüme kavuştu. Aynı zamanda Türklerden bir çok kimseler maktul düştü. Hendeğin içine yuvarlanmış olan Ömer beyin ruhsuz cesedini askerleri alarak İzmir şehrine naklettiler. Dağın tepesindeki bu şehir eski ve ahlâkı bozuk İzmir’in kalesi (Kadife kalesi) idi. Bu şehri az zaman evvel Şarkî Roma imparatoru Ioannis Dukas imar etmişti. Ömer beyin babası ve bir Türk beyi olan Aydın ise ihtiyar Andronikos’un saltanatı zamanında İzmir’i zaptederek, o zamandan beri elinde bulunduruyordu. Ömer beyin encamı da bu suretle sona erdi.”

Umur Beğ şehit olduğunda 39 yaşındaydı. Askerleri onun naaşını önce Kadifekale’ye götürdüler. Orada gerekli hazırlıklar yaptıktan sonra Birgi’ye götürdüler. Umur Beğ, kendisi için İzmir’de babasının türbesi yakınlarında bir türbe ve bitişiğinde zaviye inşa ettirmişti. Ancak kardeşleri onu buraya değil, babalarının yanına defnettiler. Türbede (Aydınoğulları Türbesi) Aydınoğulları’nın kurucusu Gazi Mehmet Beğ ve Gazi Umur Beğ’in yanı sıra Gazi Mehmet Beğ’in oğulları İsa Beğ ve Bahadır Beğ’in de sandukaları vardır. Türbe bugün İzmir’in Ödemiş ilçesinde bulunmaktadır.

Osman Sefa YALÇIN

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir