Türkiye gazetecilik tarihinin en acı manşetlerinden biri atılacak bugün, “Anne lütfen ölme!” Annesi gözleri önünde katledilen 10 yaşındaki kızın annesine son cümlesiydi, “Anne lütfen ölme!” Kanlar içindeki annesinin feryadını tarif edebilecek söz bile bulamıyorum: “Ben ölmek istemiyorum.”

38 yaşındaki Emine Bulut, eski eşi tarafından, boğazı kesilerek katledildi. Meseleyi “alıştığımız” kadın cinayetlerinden ayrıştıran ise olayın 10 yaşındaki kızın gözleri önünde gerçekleşmesi oldu. Facianın hemen ardından çekilen kısa bir video kaydı internet üzerinde yayıldı, videoda boğazı kesilen Emine Bulut kanlar içinde feryat ediyor, “Ben ölmek istemiyorum!” diyor. Annesi için ne yapacağını bilmeyen kızcağız ise bağırıyor, “Anne lütfen ölme!”


Ne diyebilirim, böyle bir olay üzerine ne denebilir bilmiyorum. Hiçbir satır içimizdeki duyguları tarif etmeye yetmeyecek, bir çocuğun yaşadığı travmaya etki etmeyecek, vahşice katledilmiş bir kadını ise asla geri getirmeyecek. Hatta failin tutuklanması, en ağır cezaya çarptırılması bile bir anlam ifade etmeyecek.

Nazlı Uyanık 44 yaşındaydı, Zonguldak’ta büyütüp beslediği oğlu tarafından öldürüldü. Namus/töre cinayetiymiş.

Hacer Çetin, 36 yaşında İzmir’de öldürüldü. Fail, eski eşi. Sebep, barışma isteğini reddetmesi.

45 yaşındaki İpek Karakaya ise Tekirdağ’da öldürüldü. Onu da eşi öldürdü, onu aldattığından şüpheleniyormuş.

İstanbul’da tanıdığı bir erkeğin ilişki teklifini reddettiği için öldürülen Helin Palandöken ise yalnızca 17 yaşındaydı.

Yalova’da cinsel saldırıyla ölen Eylül ise 6 yaşındaydı daha 6!

Bu olaylar, daha yüzlercesi gibi 2017 yılında yaşandı. Görüldüğü üzere ne şehir fark ediyor ne yaş. 44 yaşındakinin öldürülmesinde de sebep etkili, 6 yaşındaki küçük meleğin öldürülmesinde de; “Kadın olması.” Birçoğu ise gündeme gelmiyor bile. Gazetelerde 3. sayfada vesikalık fotoğrafları ve birkaç satır metinle haberleri verilip geçiliyor.

Toplum sağlığı öyle bir halde ki, göz göze geldiğimiz herhangi birinden bile şüphelenir hâle geldik. Erkek arkadaşımızdan, eşimizden, ağabeyimizden, komşunun oğlundan, numaramızı verdiğimiz pizzacıdan, otobüste yan yana geldiğimiz adamdan bile çekiniyor, hatta korkuyoruz. Çünkü her an üzerimize saldırabilir, bizi taciz edebilir, tecavüze uğrayabiliriz. Tüm fertlerinin paranoyak olduğu bir toplum haline geldik neticede.

Peki tüm bunların perde arkasında yatanlar neler?

  • “Kız dediğin bu saatte dışarı mı çıkarmış?”
  • “Abin görürse öldürür ikimizi de kızım!”
  • “Sen kadınsın, susup oturacaksın!”
  • “Erkek o tabi yapacak.”
  • “Şöyle aslan gibi bir oğlum olsaydı keşke.”
  • “Akşam baban gelince görürsün sen!”

Ülkemizde Kadın Cinayetlerinin İstatistiğine Dair Bir Tablo

Bu cümleler her gün yüzlerce kez kuruluyor farkında mıyız? Erkek olmak özgürlük için yeterli görülüyor, kız olmak ise kısıtlanmaya. Babalar, abiler, eşler; şiddet uygulamak için, yayın kullanımla dayak atmak ve dövmek için yetkiye sahipler. Kim veriyor bu yetkiyi? Biz veriyoruz. Tam da yukarıda sözünü ettiğim cümlelerle. 22 yaşındayım, şu cümleyi o kadar çok duyuyorum ki, “Bu saatte dışarıda ne işin var senin?”

Artık o kadar sert kalıplar haline gelmiş ki; kadınlar akşam dışarı çıkamaz, bir erkek yakını olduğu kadınlar üzerinde söz sahibidir, kadınlar çalışmaz, kadının kıyafetindeki en ufak görünür nokta veya en ufak bir hareketi erkeği ona cinsel saldırıya haklı kılar, erkek yayıla yayıla oturabilir ama kadın bacak bacak üstüne dahi atamaz.

“Beni tahrik etti.”

“E o da öyle giyinmeseymiş canım!”

“Hak etmiş!”


Ülkemin ve yaşadığım dünyanın geleceği adına bin bir türlü umut taşıyan bir insandım, fakat benim bile ümitsizliğim baskın geliyor yaşananları gördükçe. Her an başıma bir şey gelebileceğini düşünmeden edemiyorum. Yolda yürürken arada bir arkama dönüp bakıyorum takip ediliyor muyum diye. Biriyle hayatımı birleştirmek üzerine düşünürken, acaba diyorum evleneceğim kişi bana zarar verir mi.

Bu kadın erkek eşitliği ile ilgili değil, kadına değer verilmesiyle ilgili bir konu. Kadınla erkeğin eşit değil, farklı fıtratlarda yaratıldığı, âdil olmaları gerektiğine inanıyorum. Pozitif ayrımcılığı -yanlış tutumlar müstesna- ve toplumsal cinsiyet adaletini savunuyorum, destekliyorum.

Muhsin Başkan’ın gençlik yıllarında kürsüde söylediği bir söz var, sık sık hatırlatıyorum kendime: “Şayet nefes alıp verecek kadar ayakta isek, konuşabiliyorsak; Allah’ın emaneti bedenlerimizi, aslımızı, gönlümüzü seferber edip; bu gidişe dur demeye mecburuz.” Toplumumuzu içerisine düştüğü bu rezil durumdan kurtarmalıyız arkadaşlar. Anne baba olurken, çocuk yetiştirirken; onun bir ferdi olacağı toplum için endişe duymalıyız. İnsanlara önce insan oldukları için saygı duymayı öğretmeliyiz.

Rica ediyorum elimizden ne geliyorsa yapalım bu konuda. Yalvarıyorum toplumumuzun bilinçlenmesi ve bu olayların daha fazla yaşanmaması için harekete geçelim. Lütfen bir iki cümle söyleyip, siyah fotoğraf paylaşıp iki gün sonra unutmayalım.

Dilerim o 10 yaşındaki kızcağız ve mağdur olan tüm kızlar ve kadınlar yaşadıkları travmaları atlatıp yaşama bağlanabilirler yeniden. Dilerim hukuk sistemimiz daha caydırıcı şekilde uygulanabilir. Dilerim bir gün geceleri sokağa çıkarken tedirgin olmadığımız bir ülkemiz olabilir. Dilerim birbirimize biraz daha saygı duyabiliriz. Dilerim insanlar içimizdeki bu vahşete daha fazla kurban gitmezler.

İlk yazımın bu konuya dair olmasını inanın hiç istemezdim. Kafamda birçok fikir ve konu vardı. Fakat yazmasam çıldıracaktım. Bu yazı da benim çığlığım olsun. Çünkü ben de ölmek istemiyorum.

Fatma Kutlu

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir