*Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar çökerek

Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen

Haberler bilirim mektuplar bilirim.

Yakamozun buruk seyrinde usul usul yağan yağmurun tıpırtıları içinde demlenen çayın keyfini hep birlikte çıkarıyorlardı. Çay bardağının boşalmasını fırsat bilen kadın, müsade buyurarak evi terketti. Kendisini eskisi kadar iyi hissetmiyordu. Belirsizliğe her gün düşler giydiriyor, umutlar yedirip, keder kusuyordu. Beklemek mefhumunun fazlası şirkti belki de, zamanın insanın zoruna gitmesinden mütevellit. Kadın farkına varmadan da olsa hayatını tarumar etmemek adına bu çileli bekleyişe katlanmıştı. Nihayet ki gelecek gün ağardığında hasrete veda edeceklerdi. Şairin de dediği gibi “Ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyor/ Kavuşmak nasıl olmaz mademki ayrılık var?”

Evine girdi, içi içine sığmıyordu. Bir çiftçinin hasadı beklemesi gibi güneş toplamayı bekliyordu. Evin dar koridorunda hızlı fakat bir o kadar efkârlı voltalar atıyordu. Nişanlısını aylar sonra görecek olmanın verdiği huzuru, lise zamanlarında uzun süren ayrılıktan sonra baba ocağını ziyarete gideceği sabahın akşamında da hissederdi. Nişanlısına yorgun görünmek istemedi. Camın önünde bir süre kaldı. Caddedeki serserilerin sokağı bekleyişini, karşı kaldırımdaki fırıncı çırağının fırındaki ekmekleri bekleyişini, tramvay durağında otogara ulaşmak üzere bekleyen yolcuların bekleyişlerini gördü. Hayatların beklenti ve umutlardan ibaret seyrettiğini, beklemesi gerekmeyenlerin yaşamdan kopuk yaşadıklarını düşündü. Uykusu geldiğini fark etti, düşler içinde yatağa uzandı.

Sabahın ilk saatlerinde bir grup asker mücadeleden henüz dönmüştü. Kazak komutan Abzal, içtima alanında askerlik mesleğinin verdiği ciddiyetle kayaları andıran duruşta bekliyordu. Gözlerindeki korku bir babanın evladını askere göndermesi gibi, göçmen kuş sürüsünün ülkeyi terk etmesi gibiydi. Bıçkın bir asker olan komutan içtimada Gündoğdu isimli Türkmen’in olmadığını farketti ve onun en yakın arkadaşlarından Kırımlı Sedat’ın bir adım öne çıkmasını emretti. Komutanın gözlerindeki korku, yerini köklü ve sanki yıllanmış bir mateme bırakıyordu. Gündoğdu disiplinli bir askerdi, izinsiz bir yere kıpırdamazdı. Bir adım öne çıkan Sedat yüzünü eğdi, gözlerini kapadı. Vücudu olabildiğine titriyordu. Uzun süre sessizlik devam etti. Komutan yılların verdiği tecrübeyle söze atıldı:

-Arkadaşınızı toprağa mı emanet ettiniz evlat?

Sedat toprağa küfürler yağdırarak başını salladı. Gözyaşlarının sebebinin Gündoğdu’nun evini yıktığını yüreğinin en derinlerinde hissetti. Komutan kısa bir süre sessiz kalsa da lafı tekrar diline aldı:

-Bu vahim durumun sizler için ne elem şey olduğunu biliyorum. Tanrı Gündoğdu’yu bağışlasın, bu haberi ailesine duyurmak Sedat’ın borcudur. Ailesine bir mektup yaz oğlum. Acılarını paylaştığımızı, onları buraya getirmek için gereken ulaşım olanaklarını en kısa zamanda hazır edeceğimizi bildir.

Sedat ellerini yüzüne götürdü, konuşmak ve görmek istememesi tabiiydi, komutan onun bu hâlini en iyi anlayandı. Sedat hemen bir mektup ile durumu bildirdi. Mektup sanki mürekkeple değil de kurşunla yazılmış gibi ağırdı. Birkaç cümleden oluşan mektubu düzinelerce sayfa anlatmaya yetmeyecekti.

*Erdem Bayazıt’ın “Sana,bana, vatanıma, ülkemin insanlarına dair” şiirinden alıntıdır.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir